191210s2153 - cemalnalcı

-Emperyalizmin kirli bataklığında  yok ettiği bir ülkede, ailesi katledilen bir kadının çocuğu için verdiği yaşam mücadelesi…

Akşamüstüne doğru ne çölün taşıdığı sıcak ne de kavuran güneşin etkisi henüz geçmemişti.Gününsıcağı çekilmemişti ama caddelerde insanlar az da olsa görünmeye başlamıştı. Fakat bu sokaktakikoşturma alışıla gelmiş yaşanan günlerden oldukça farklıydı. Bu telaş öğretmen çiftin nadide mutluluğuna birazdan şahit olacaktı. Kendisi gibi öğretmen olan kocası kapısının önünde kaygı ve heyecan dolu adımlarını atarken, öğretmen hanım da doğum sancıları içindeydi. Özlenen bekleyiş erken geliyordu. Ne acelesi vardı ki ufaklığın, kan gölüne dönmüş bu coğrafya da. Herhalde erken gelmekle bir bildiği vardı bu insan yavrusunun. Kim bilir? Belki de Arap topraklarındaki bu halkın, diline hâkim olmalarına rağmen o kutsal kitabı, evrenin kitabını okumamış olduklarını bilmiş olmalı ki akan bu kanları hayli merak etmişti. Zamanından önce gelişi isyana mıydı? Yoksa oynanan oyuna nasıl da aptalca kandıklarını anlamak, görmek istemesine miydi? Öğretmen hanımın terler içinde ıkınarak katlandığı acı, kucağına alacağı o ilk göz ağrısı hediyesi olacak mıydı?

Komşu hanımlar kızlarıyla yaşlı ebeye yardımcı olmak için el birliğiyle koşturuyorlardı. Kimi sıcak suyu verirken kimi de öğretmen hanımın acılarını hafifletmek için fıkralar anlatıp teselli ediyordu. İri kıyım iki genç kız da öğretmen hanımın kollarından sıkıca tutarken, onlardan bir iki yaş küçük olan komşu kızı da alnındaki terleri siliyordu.  

Dakikalar saatlere eriştiğinde ebe vakur tavrıyla ki bu ufaklık gibi dünyaya gelmesine yardım ettiği kaçıncı çocuk olduğunu sayamacağı kadar bebeklerin evrene gelmesine el olduğunu bile unutmuştu. Yine de ilk günkü heyecanındaydı ebe, bir canın daha hayata merhaba demesinin heyecanındaydı.

Öğretmen hanımın bacakları üzerinde örtülü bezden kafasını kaldırdığında gözleri ilk müjdeyi verdi. Sonra da sese dönüştürdü.

“ظهر رأس الطفل. المزيد من الجهد أقل.

Zahar ras altifli. Almazid min aljahd.

(Bebeğin başı göründü. Ha gayret az kaldı.)”

Ikınıyordu öğretmen hanım. Komşusunun kızı da alnından akan terleri silerken güleç yüzü ve şefkatli gözleriyle biraz daha dayanmasını mırıldandı. Feryatlar nihayete erdiğinde ufaklık da dünyaya merhaba, dedi. Öyle bir merhaba dedi ki yaşlı ebe bile böyle isyanı ilk defa duyuyordu. Herhalde Arap yarımadasında senelerce akan masum kanlarınaydı ufaklığın isyanı. Ebe şoku atlatıp sol eliyle bebeğin iki ayak bileğinden tutup ters çevirdi. Mecali kalmamış öğretmen hanım heyecanlandı. Vücudunu kaldırıp ellerini yavrusuna uzattı. Önce ebe sonrada oradakiler gülmeye başladı.  

“Kızım, bu benim kaçıncı doğum yaptırışım. Ben bile sayısını hatırlamıyorum. Merak etme sağlam tutuyorum.”

Ebe ve odadakiler gülmeye devam ederken öğretmen hanımda güldü kendine. Ebe hanım sağ eliyle bebeğin kıçına tokadı yapıştırınca… Bir anda her yer aydınlandı. Dışarıdan gelen ışığın neredeyse tamamı perdesi kapalı pencereden içeri süzüldü. Oda gün gibi ışımıştı. Oradakiler donup kaldılar. Birbirlerine baktılar. Bebeğin sesini duyamadılar. Duyamadılar çünkü gündüzü andıran bu aydınlık yağan bombaların ışıklarıydı. Gürültü de ufaklığın ağlama sesini bastırmıştı. Sevinç ve mutluluğun yerini şimdi de panik ve korku almıştı. Odanın içindekiler saklandıkları yerden anlamsız gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Ufaklık unutulmuştu unutulmasına da anne ebeyi göremeyince bombalara ve lohusalığına aldırmadan yatağından fırladı. Kanlar hâlâ bacaklarından akıyordu. Herkes bir yerlere sinmişti. Ebe kendini yere atarken ufaklığı da kanepenin üzerine bırakmıştı. Bebek de kan içindeydi. Gözyaşları içinde gelen anne kızı ile ilk defa göz göze geldi. Eğildi ve bebeğini kucağına aldı. Bakışıyorlardı. Anne kendini bir tuhaf hissetti. Mutlu olmalıydı ama hüzün çökmüştü yüreğine. Dışarıda kıyamet kopuyordu. Kandırılmış bu topraklarda kömür karası gözlerini açan kızın yanaklarından süzülen yaşlar yoktu, ağlamıyordu. Öğretmen hanım akan gözyaşlarını silerek yüzüne sevgi ve gülücükleri oturttu. Bir süre daha bakıştılar. Karakaşlı kömür gözlü ufaklık tebessüm edince anne de gülümsemeye başladı. O an sanki tüm ağrıları geçmişti annenin. Bir an durdu ve kızına baktı. Kendilerince doğacak çocuklarına bir isim belirlemişlerdi ama bunca gürültüden korkmayan yavrusuna gözlerini kırpmadan baktı.  Dışarıdaki karanlığı bombalar aydınlatırken, içeride annenin yorgun bedenine ve odaya ufaklık aydınlık olmuştu. Karabulutlardan yağan kara bombalar hayalleri yok ederken, ufaklık öğretmen hanıma bir teselli, bir nebze umut olmuştu. Anne bebeğine şefkatli gözlerini ayırmadan,

“Senin adın Lamia olsun” dedi.

Ufaklıkta sanki anlamış da kabul etmiş gibi kömür karası gözlerini büyüterek gülümsedi.  

Yaşam mahallerine sorgusuz ve barbarca giren Amerikan askerleri ve besledikleri diğer yerli terör birlikleriyle belki taş üstende taş kalıyordu ama bir canlının nefes alması da imkânsızdı. Lamia’nın da mahallesine sekiz on kilometre kalmıştı. Babası, kocası ve erkek kardeşleri barikat kurarken, kocası öğretmen eşine ve yeni doğan kızına saklanacak bir yer aradı. Evden uzakta bir kayanın dibine yerleştirdi ailesini.

“Gördüklerin ve duydukların ne olursa olsun sen buradan çıkmayacaksın. Kızımızla hayatta kalmalısın. Şimdi bana söz ver”  dedi.

Karısını ve kızı Lamia’yı öperek helalleşti.

“لا تنسى! لن تغادر هنا

La tansaa!. In tughadir huna.”

(Unutma! Buradan ayrılmayacaksın.)

“لكن…

Ikn…

Ama…”

“حقي لك حلال. ابنتي مؤتمنة على الله أولاً ثم إليك.

Haqia lak halalun Abnatay mutamanat aalaa Allah awlaan thuma’iilayk

(Sana hakkım helal. Kızım önce Allah’a sonra sana emanet.)

“لدي الحق لك أيضا.

Ladayl alhaqu lak’aydana.”

(Benim de sana hakkım helal.)

 Öğretmen hüzün içinde birkaç kez dönüp sevdiklerine baktı. Bu bakışların son bakış olduğunu çok iyi biliyordu. Onun için birkaç kez dönüp bakmıştı. Koşarak kardeşlerinin yanına gitti.

Sömürgeciler ve yandaşları eğitimli, düzenli askerlerden oluşurken, karşı taraf bir avuç örgütsüz insanlardı. Nihayetinde bu düzenli işgalci birliğe yarım saat dayanabildiler. Mermi sesleri susmuyor, vatanında conileri istemeyen bu bir avuç insanlara roket kullanmaktan da çekinmediler. Öğretmen hanım kızı Lamia’ya sarılıp mermilerin ışıklarını korku içinde seyretti. Roketler sahne aldığında tüm dünyası sağır olmuştu öğretmen hanımın. Öyle ki sesler sessizliğe karışmıştı. Tüm renkler silinmişti gözünün önünden, o gidince... Kısa süre sonra da sesler ve görüntüler kayboldu. Artık bir tek hakikat vardı ortada o da çaresizlikti. O kirli insan elleriyle yapılmış insafsızlığın çukurunda şimdi cansız insan bedenleri doldurmuştu. Öğretmen hanım şaşkın gözlerle etrafa bakarken büyük bir boşluktaydı. Bir anda yüreğinin içindeki sevgiyle birlikte yerinden söküldüğünü hissetti. Oysa içimizde evrene yetecek kadar sevgi varken,  acımasızca, hoyratça çıkar çarkında öğütülüyordu insanların hayalleri. Sormak lazım, önce kendimize tabii… Sonra da insan kanıyla beslenen yaratıklara maşalarına: Bu hayalleri yok ederken içiniz ‘cız’ etti mi? Duygularınız buğulandı mı, gözyaşı öncesi? Ya o çukurda yatanlar sizin canlarınız olsaydı? Hele o Pazar yerlerinde on dolara satılan ananız, karınız, kızınız veya kız kardeşiniz olsaydı aynı tadı alacak mıydın? Tekrar sormak isterim: Şimdi içiniz ürperip bir yerleriniz kanadı mı? Azda olsa nasıl bir duygu olduğunu anladınız mı? Bense size olsun hiç istemem…

Anlam arayan anlamsız gözlerle bakarken tek başına kalmıştı. Bir tek o gün doğmuş olan kucağındaki Lamia’yla.

Lamia! Ah Lamia. Yaşananları biliyormuşçasına sesini çıkarmıyor, ağlamıyordu da. Kızıyla bakışırken öğretmen hanım bir anda soğuk rüzgârlar esmeye başladı bedeninde. Bir fırtına ki dinecek gibi değildi. O an yaşanan çaresizliğin fırtınasıydı bu.

Çapulcu birliği mahalleyi yıkmış ateşe vermişlerdi. Meydanda topladıkları yerli halkı kadın ve erkek gruplarına ayırdılar. Erkekleri meydan da kurşuna dizdiler. Şahit olmuştu öğretmen hanım insanlık tarihinin kara sayfalarına geçen görüntülere. Babasının, kocasının, erkek kardeşlerinin ve tüm mahallelinin katledilişine şahit olmuştu. Bir eliyle kucağındaki yavrusunun ağzını kapatırken diğer eliyle de kendi ağzını kapatmıştı, gözleri yaşlı seyrediyordu kurşuna dizilen ailesini, komşularını. Yürek dayanmıyordu. Öğretmen hanımın da yüreği parçalanıyor, tepki vereceği anda kulaklarında kocasının sözleri, gözleri ise kızının gözlerindeydi. Gözlerini yumup dişleriyle kenetledi dudaklarını. Kadın ve kızları da zalim katiller önce tecavüz edip sonra da köle olarak şehrin meydanına sürdüler.

Dolar ile az paralar karşılığında satıldı kadınlar. Çocuk yaştaki kızları yaşlı adamlar alıyor, kalanlarda satılacağı veya öleceği an’a kadar yaralıları tedavi etmek için geri hizmette tutuluyorlar, kalan zamanlarda işkence ve tecavüze uğruyorlardı. Hem de sürekli ve gruplar halinde yapılıyordu tecavüzler. Öyle ki hayvanlar âleminde bile örneği yoktu. Yaşlı adamların yaptıkları ise bu yapılanlardan pek farklı değildi.