Yeşil Gözlü Dalgalı Saçlı Çocuk

9804011007çb

CemalNalcı

 

 

Tanyeri ağarıyordu. Karanlık bulutlardan kurtulan ışık hüzmeleri hiç de zorlanmadan pencereden süzülerek bir çift yeşil gözü okşadı. Yorgun minik beden her gün ziyaretine gelen gün müjdecisine bu gün hiç mi hiç “Hoş geldin!” demek istemedi. İlk kez bu kadar erken kalkacaktı. Bir süre inatlaştı küçük yeşil göz gün müjdecisiyle. Yatağının içinde duvara doğru döndü. Dizlerini karnına çekerken babasının yanından usulca kalktığını fark etmedi bile.

Bir süre sonra oğlunun yanına gelen baba onu uyandırmaya kıyamadı. Ama akşamdan oğluna söz vermişti. Sözün doğruluk ve sevgi içerdiğini oğluna ve çocuklarına öğrettiği önemli değerlerdi babanın. Yüreği oğlunun minik bedenini uyandırmaya yanaşmasa da o, söylemektense yapmanın daha samimi ve en iyi anlatım yolu olduğunu biliyordu. Öyle öğretmişti çocuklarına ve öyle de yaptı. Yüreğine karşı durarak elini yavaşça uzatıp oğlunun dalgalı saçlarını okşadı.

“Kalk oğlum” dedi.

Çocuk uyumak istediğini söyleyerek yatağın içinde bir kere daha döndü. Baba odadan çıkarken yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk yatağında uzun uzun gerindikten sonra seslendi.

“Babacığım, parayı bıraktın mı?”

Baba oda kapısını kapatırken parayı kapının arka duvarında asılı duran ceketinin cebine bıraktığını söyledi. Tekrar gerinirken gözü tam karşında asılı duran duvardaki saate ilişti. Saat 05.19’u gösteriyordu. Çocuk yatağından fırladı. Loş odada pencerenin yanında duran ahşap sandalyenin üzerindeki giysilerini aldı. Bir hamlede kazağını giydi. Bir yandan pantolonunu iliklerken diğer yandan annesinin hazırladığı ekmeği yemeğe çalışıyordu. Bu manzara karşısında üzülen anne:

”Vazgeç oğlum!  Bilmediğin bir macera bu, başına bir şey gelebilir. Git yatağına uyu” dediğinde ise top oynamaktan burnu soyulan spor ayakkabılarını giyip çoktan sokağa açılan bahçe kapısına ulaşmıştı. Sokakla kesişen caddeye vardığında tanyerinin alaca karanlığında küçük bedeni görünmez oldu.

Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk minik hızlı adımlarıyla yürüyordu. Ekmeğini yerken diğer eliyle gözlerini ovuşturarak uyanmaya çalışıyordu. Köpek ulumaları minik bedenini ürkütmüştü. Kalbi hızla çarparken bir yandan da korkudan kısılmış gözleriyle tanyerinin alaca karanlığından gelebilecek tehlikeleri görmeye çalıştı.

Galeta fırınının önüne geldiğinde sabah ezanı henüz okunuyordu. Fırının önü kalabalıktı. Kalabalığın hepsi de kendisinden birkaç yaş büyük çocuklardı. Anlaşılan geç kalmıştı. Umutsuzluğa kapılmak istemedi. Sıranın arkasına geçerken çocukların onu süzdüğünü fark etti. Hiçte iyi niyetle bakmayan bu çocuklar ondan boyca uzun ve iri kıyım görünüyorlardı. Kuyruğun arkasına geldiğinde yağ kutusundan bozma tahta sepetini ters yüz ederek silkeledi.

Çocuklar homurdanmaya başladılar. Belli ki yeni gelen birini aralarına kabul etmek istemiyorlardı. Sanki paylaşılan mahalleler ve eldeki müşteriler gideceklerdi. Artık sesler daha net duyuluyordu.

“Sütün yanında mı oğlum?” dedi, önündeki sarışın iri kıyım olanı.

Esmer kıvırcık saçlı çocuk ise daha da ileri giderek onu itti. O sırada tombul yanaklarından gözleri görünmeyen şişman çocuk dengesi bozulan yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuğu çelme takarak yere düşürdü. Çocukların hepsi bir ağızdan gülmeye başladılar. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk şaşkındı, kendini toparlamaya çalıştı. Yerden kalktı biraz ilerisinde duran galeta sepetine elini uzattığında bu sefer arka sıradaki çocuklardan biri tekme atarak sepeti caddeye kadar yuvarladı. Çocuk ürkmüş ağlamaklıydı. Üstünü temizlerken cadde de duran sepete doğru ilerledi. Eğilip tam sepeti alacağı sırada acı bir fren sesiyle irkildi.

“Önüne baksana eşek sıpası!” diye bağırdı, kalın boynunu döndüremeyen şoför.

Araba uzaklaşırken hala küfürler savuruyordu. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk çok korkmuştu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken çocuklar bir şey olmamış gibi,

“Evine dön süt kuzusu” diyerek, sataşmaya devam ettiler.

Çocuk bir anda silkelendi. Yeşil gözleri kasılmıştı dalgalı saçlı çocuğun. Göğüs kafesi inip çıktıkça soluk alışı duyuluyordu. Öyle kasılmıştı ki gözlerinin yeşil olan rengi sanki kızıla bulanmıştı. Bedeni cenke hazır asker edasındaydı. Derin bir nefes daha aldı. Panter çevikliğiyle sepetinin kulpundan yakaladı ve sertçe geri döndü. Öfkeliydi. ‘Bu maceranın ya sonu olur ya da onlara iyi bir ders veririm’ diye düşünürken soluk alışları burnundan bile duyuluyordu. Yeşil gözlerini çocukların gözlerine dikti. Bakışlarını hiç ayırmadan bir adım attı. Çocuklar gerilediler. Öfkesini kontrol edemeyen yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk bir adım daha attığında çocukların yüzlerini endişe kapladı. Gerilediklerinde birbirleriyle çarpıştılar. Şimdi şaşırma sırası çocuklardaydı. Önce yüzleri soldu, daha da birbirlerine sokulduklarında korku gözlerini kaplamıştı. Çocuklardaki bu ürkmeler yerini çaresizliğe bıraktığında duraksadı yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk. Keskin ve dik bakışlarını yumuşattı. Başını sallarken yüzündeki gerilme tebessüme bıraktı yerini. Düşünüyordu çocuk. Oysa onlarda kendisi gibi sabahın bilmem kaçında kalkmış galeta satıp üç beş kuruş kazanarak ailelerine katkıda bulunacaklardı kendisi gibi. “Öfkenin yeri yok” diye düşündü ve durdu. Aklına babasının sözleri geldi. “İnsanlar yaptıkları ve söylediklerini eyleme koymadan bir kere daha düşünmelidirler” diye mırıldandı. Yine de öfkesi doğru düşünmesini engelliyordu. “Ama onlar başlattı. Ben bir şey yapmadım ki!” diye düşünürken yine babasının “İnsanlar söylediklerinden ve yaptıklarından her zaman sorumludurlar ve kaçamazlar” sözleri çınladı kulaklarında. Geri dönülmez hatalar yapmaması gerektiğini onaylar gibi başını salladı. Kendini toparlayıp sıranın arkasına geçti. Sıradaki yeri biraz daha önlerdeydi. Ancak tekrar dalaşmak istemiyordu. Bu durumu gören çocuklar rahatladılar. Hatta sıralarına geçerken tekrar fısıldaştılar.

Fırıncı, fırının isten siyahlaşmış döküm kapağını açtığında sıcak galeta kokusu kapıdan ahesteli çıkarak caddeye yayıldı. Hele ardından sepetlerini tıka basa galeta ile doldurup çıkan çocukların mutlu yüzlerinde kendini görür gibi oldu, umutlandı.

Perşembe akşamını düşündü. Ailece radyo tiyatrosunu dinliyorlardı. Her hafta Perşembe günleri radyo tiyatrosu vardı. O günler de neredeyse tek eğlenceleriydi. Gerçi baba ara sıra da olsa sinemaya ve lunaparka da götürürdü ama ailece yaşanan bu eğlence akşamları unutulur gibi değildi. O akşamları baba işten gelirken çekirdek ve leblebileri alır, anne ise çocuklarını bayram sabahına hazırlar gibi bakımını yapardı. İnce, uzun boylu ve narindi anne. Beyaz teninde yanakları elma gibi duran annesi… Sabah bile eşini yolcu ettikten sonra uyumamış ona kahvaltı hazırlamıştı. Duygulandı yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk. Mırıldandı: ”Canım annem mutluluğunu bizim üzerimize kurdun. Hakkını nasıl öderiz” dedi, tebessüm ederek. Hatta o gün onun çok sevdiği “sulu köfte” yemeğini yapmış ve masayı bir güzel hazırladıktan sonra onu da masanın diğer ucuna, babasının karşısına oturtmuştu. Babasının karşısına oturmak çok önemliydi yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk için. Yemek boyunca babasını seyrederdi. Hatta sırf bu yüzden yemeği soğuduğu için birkaç kez annesinden azar işitmişti. Yemek bitince de kuruyemişler masanın kenarlarına, radyo da masanın ortasına konurdu. Tüm aile radyo tiyatrosunu dinlerken belki de en mutlu anlarını yaşıyorlardı. Aynı duyguları hissediyordu yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk…

Öyle dalmıştı ki sıranın ona geldiğinin farkına bile varmamıştı. İçerden gelen sesle irkildi ve kendini toparladı. Sağına soluna baktığında kimse kalmamıştı kuyrukta.

Fırından içeri girdi. Tezgâhın arkasında duran yaşlı şişman adam tezgâha abanarak ancak görebildi. Tanıyamadı. İlk kez görüyordu bu yüzü şişman adam. Yaşlı olmasına rağmen hafızası çok kuvvetli idi. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuğa sertçe,

“Bu saatte ne arıyorsun çocuk” diye seslendi.

O başını omuzlarına çekerek heyecanlı ve çekingen bakışlarıyla,

 “Galeta satacağım amca” diyebildi. İç çeken fırıncı tarttığı galetaları çocuğa verirken hafif bir tebessümle bıyık altından güldü başını sallarken. Çocuk babasının verdiği iki lirayı cebinden çıkarıp fırıncıya uzattı.

”Hayırlı satışlar” dedi fırıncı, parayı alırken. Çocuk teşekkür edip galetalarını sepetine koydu geri döndü ve fırından çıktı.

Cadde de hızlı adımlarla ilerledi. Tarif edilemez neşe ve iş yapabilme heyecanı ile en yakın mahallenin yolunu tuttu. Kendini ve ürününü duyurabilmesi için bağırması gerekiyordu.

“Evet, şimdi” diye geçirdi içinden.

“Ga… ga…” diyebildi, ancak. Heyecanından sesi boğazında düğümlendi. Yanakları pembeleşti, bir anda sıkıntı bastı. Ancak çabuk toparlandı. Bir iki denemeden sonra,

“Galeta… Galetacı geldi… Galeta…” diye bağırmaya başladı. Birkaç başarısız denemeden sonra olmuştu. Her sonraki bağırışında biraz daha sesini yükseltiyor ve bir sonraki adımında biraz daha heyecanını yeniyordu. Mahallenin sonuna geldiğinde heyecanla yağ kutusundan bozma tahta sepetindeki galetalara baktı. Hepsi yerli yerinde duruyorlardı. Umutsuzlandı, üzüldü. Adımları daha da yavaşladı. İç çekerek boştaki koluyla burnunu sildi. Pes etmemeli, toparlanmalıydı. Öyle de yaptı. Sesini daha da yükselterek diğer mahallelere yöneldi. Hatta mahallelerin çıkmaz sokaklarına ulaşmaya çalıştı. Yeşil gözleri tekrar galeta sepetine iliştiğinde galeta sayılarında pek değişen bir şey yoktu. Yeşil gözleri nemlendi. Boynunu bükerek oradan uzaklaştı. Alt caddenin yanındaki cayıra kadar yürüyebildi. Ayakları minik bedenini zor taşıyordu artık. Derenin kenarındaki ağaca ancak ulaşabildi. Ağacın dibine yığıldı. Başarısız olmayı kendine yediremiyordu. Düşündükçe bir sonuca varamadı. Yorulan bedenine beyni de katılınca göz kapakları düşmeye başladı ve uyudu.

Dakikalar geçmişti. Belki de saatler geçti. Güneşin yönü değişmiş ve ışınları yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuğun yüzüne düşüyordu. Bir süre sonra uyandı. Elleriyle gözüne gelen güneş ışınlarını kesti. Dudaklarının üzerine kadar gelen sümüklerini sildikten sonra galeta sepetine elini attı. Panikledi. Hızla ağacın arkasına döndü. Galeta sepeti orada da yoktu. Umutsuzluk korkuya dönüştü. Ağlamaya başladı. Hıçkırarak ağlıyordu yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk. Umutla son bir defa daha döndü ağacın etrafını ama ne galetalar ne de sepet ortalarda vardı. Çocuk ağacın dibine çöktü. Ayaklarını karnına çekerken ellerini dizlerinin üzerine kenetledi. Sanki başı kucağına düşmüş gibiydi. Büyük heyecan ve umutla başladığı macera hüsranla bitmişti.

Eve dönmeliydi. Babası ne diyecekti. Bilmediği gibi ürküyordu da. Oysa söylenecek bir şey yoktu.

“Bir heves başladı ve bitti mi?” demeliydi. Bu kadar basit olmamalıydı. Ama bitti. Hiçte tahmin edemediği bir şekilde bitti. Kendini toparladı. Hiç olmazsa onu merak eden ailesinin yanına dönerek fazla huzursuz etmemeliydi onları. Çünkü vakit hayli geç olmuştu. Evet, evet eve dönmeliydi ve boyundan büyük işlere girişmemeliydi. Eve geldiğinde babası işten dönmüş her zamanki yerinde oturup beklerken, annesi de kardeşlerine sarılmış tedirgin bir durumda bir köşede oturuyordu.

İyi akşamlar bile diyemedi korkudan. Başı önde ayakları titriyordu. Başını kaldırıp gözlerine bakmasını söyledi babası biraz yüksek sesle. Ardından olanları anlatmasını da istedi. Çocuk gün boyu yaşadıklarını anlattı. Ürkek, korkulu ve umutsuz sözlerle tüm yaşadığını anlattı. Son sözleri bittiğinde hâlâ babasına bakıyordu yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk. Baba masanın üzerinde duran sigara paketine uzattı elini, son sigarasını paketten çıkarıp dudaklarına götürdü. Yeleğinin sağ cebinden muhtar çakmağını aldı sigarasını yaktı. Sigaradan derin bir nefes çektikten sonra oğlunun kendisine benzeyen gözlerine baktı. Çocuk korkuyordu. Hatasından dolayı babasının ona çıkışacağını düşünüyordu.

”Şimdi ne yapacaksın?” diye, sordu babası.

”Hiç” diyebildi çocuk. Baba bulunduğu yerden doğruldu. Önünde duran masaya elleriyle abanarak,

”Pes etmek yok” dedi.

Çocuk şaşırdı. Çocuk ne söyleyeceğini bilemez durumdaydı. Baba göz ucuyla masanın üzerinde duran boş sigara paketine baktı. Sonra elini cebine atıp madeni paraları avucuna aldı. İki lirayı denkleştirip oğluna verdi. Avucunun içinde kalan paralara şöyle bir baktıktan sonra cebine koydu. İyi geceler diyerek odasına doğru yürüdü.

Gece boyu uyuyamadı yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk. Gün boyu yaşadıklarını şimdi kare kare seyrediyordu. Nerede hata yaptığını bulmalıydı. Ailesine ve kendine sorumlu hissediyordu. Başarmalıydı ve başarmaktan başka çaresi de yoktu. Bir defa, bir defa daha seyretti gün boyu yaşadıklarını inatla tek tek. Bir süre sonra gözleri kapandı. Yüzündeki gerginlik tebessüme bıraktı yerini. Huzurlu ve ritmik bir hareketle dönerek babasına sarıldı ve uyudu.

Sabah olmuştu. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk uyanıp bir hamlede giyinerek odadan çıkarken uyanması için babasına seslendi. Baba yatağından doğrulmadan bir gözünü aralayarak saatine baktı.

”Saat çok erken” dedi. Ceketini giymekte olan çocuk:

“Galiba çözdüm baba” diyerek odadan çıktı.

Ekmeği yerken hızlı adımlarla fırına ulaştı. Bu sefer tanyerinin alaca karanlığının içinden gelen köpek ulumalarını duymamıştı bile. Fırından içeri girdiğinde kimsecikler yoktu. Galetalar henüz fırından çıkmaktaydı. Galetalarını alıp doğruca fabrikanın önüne gitti. İşçiler yeni geliyorlardı.   Çocuk yerini aldı. Herkesin onu görüp duyacağı yerden,

“Gevrek galeta… Galeta… Gevrek galeta” diyerek bağırmaya başladı.

İlk satışını yapmıştı. Peşinden üç çubuk galeta daha… Bir süre sonra fabrikanın sireni çaldı. Bu işbaşı sireniydi. Çocuk Galeta sepetine baktığında tamamına yakını yerinde yoktu. Yani neredeyse hepsini satmıştı. Bulunduğu yere çökerek parasını saydı. Babasının iki günde verdiği parayı kazanmıştı. Birazda galeta kalmıştı. Mutluydu. Ama bunun yeterli olmadığını düşünerek çokta uzakta olmayan fırının yolunu tuttu. Tekrar galeta doldurarak mahallenin caddelerinde yürümeye başladı. İnsanlar yeni uyanıyordu ve kahvaltı vaktiydi. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk:

“Gevrek galeta… Galeta…” diye sesleniyordu. Sesi duyanlar pencerelerden ve sokak kapılarından üçer beşer galeta aldılar. Alt caddeye ulaştığında terlemiş ve nefes nefese kalmıştı. Alt caddeye paralel uzanan çayırın dere kenarında bulunan tek ağacın yanına gitti ve oturdu. Sepetine baktığında çok az galetası kaldığını gördü. Sepetin içinde yatık duran yarım galetayı alıp yiyerek açlığını geçiştirdi. Göz kapakları yeşil gözlerini örtmeye başlamıştı ki kendine:

“Bu sefer… Bu sefer olmayacak. Çocuklar galetalarımı da sepetimi de çalamayacaklar” diye mırıldandı.

Sepetini alıp galetalarını düzeltti ve ayağa kalktı. Etrafına bakındıktan sonra diğer sokakları dolaştı.

Son sokaktan çıktığında sepetinde bir tek galeta kalmıştı. Yeşil gözleri ışıl ışıl parladı. Mutlu ve neşeliydi çocuk. Sokağın başında oynayan küçük çocuklara kalan tek galetayı paylaştırdı. Sepetini sallayarak zıplaya hoplaya eve doğru neşeli yürüdü. Evlerinin elli metre gerisinde bulunan bakkala girdi. Eve ekmek kardeşlerine şekerleme aldı. Çok mutlu hissediyordu kendini. Bakkaldan henüz çıkmıştı ki babasına sigara alması gerektiğini düşündü. Evet, sigara almalıydı babasına. O ki cebindeki son parasını vermişti oğluna. Bu gün belki de sigara içmemişti. Kim bilir? Çocuk geri döndü.

”İki paket Bafra sigarası” dedi. Bakkal amca şaşırmıştı.

”Babama” dedi çocuk. Ancak bakkal amcanın şaşkınlığı çocuğun babasına sigara almasından çok böyle kötü bir maddeyi babasının çocuğa aldırmayacağını bilmesiydi. Fakat çocuğun yüzündeki mutlu ve gururlu ifadeleri anlamış gibiydi bakkal amca.  Sigara rafına dönerek iki paket Bafra sigarasını alarak çocuğa verdi. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk sigaraları sepetine koyup şarkıların nakaratlarını söyleyerek eve doğru yürüdü.

Bahçe kapısını açmadan üstünden sıçradı. Evleri bahçe içinde tek katlı, kâgir şirin bir evdi. Evin merdivenlerine geldiğinde duraksadı. Basamakları ağır ve ahesteli çıktı. Son basamak diğerlerinden daha genişti, durdu. Üstünü başını düzeltti. Aldıklarını sepetin içinde göze hoş gelecek şekilde tekrar yerleştirdi. Karnını içeri çekip başını dik tutarak ahşap kapıyı tıkladı.

Kapıyı annesi açtı. Belki de hiç bu kadar mutlu olmamıştı oğlunu görünce anne. Sokak kapısı evin salonuna açılıyordu. Masanın başında babasını gördü. Kısa bir şaşkınlıktan sonra hatırladı. Bu gün cumartesiydi ve yarım gün çalışıyordu babası. Bu sefer görevini yapmanın gururu ve onuru içinde,

“İyi günler” dedi.

Karşılık veren baba olanları biliyormuş gibi oturduğu yerdeki istifini bozmadı. Çocuk cebinden paraları çıkararak masanın üzerine bıraktı. Babası onu gururla izlerken onun gözü masanın sol ucunda duran kül tablasına takıldı. Tertemiz duruyordu. Yeşil gözlerini hafifçe kısarken başını eğdi. Ardından daha bir keyiflendi. Tüm aile birbirine bakıyordu. Baba paralara şöyle bir göz attıktan sonra:

“Fazla…” dedi. Çocuk:

“İşler iyiydi. İki sefer yaptım babacığım” dedi. İri gövdeli yeşil gözlü adam gülümsedi. Herhalde bu kadarını beklemiyordu. Çocuk bir çırpıda sepetin içindeki ekmekleri masanın üzerine bıraktı. Şekerlemeleri alıp annesinin dizinin dibinde oturan kardeşlerine verdi. Herkesin gözleri pırıl pırıldı. Yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk bu tabloyu ömrü boyunca unutmayacaktı. Alın teriyle eve ekmek, çocuklarına da hediyeler getiren bir erkeğin gururu ve onurunu yaşıyordu küçük yüreğinde. Hele sepetinin içinden iki paket sigarayı minik elinin parmakları arasına aldığında inanılmaz ve tarifsiz hazlar yaşıyordu. Baba başını çevirdiğinde oğlunun elinin kendisine uzanmış olduğunu gördü. Oğlunun minik eli iki paket sigarayı tutuyordu. Aldı. Ne diyeceğini bilemeden titreyen elleriyle sigara paketini açarak bir dal sigara çıkarttı. Belki de gün boyu yeleğinin sağ cebinden çıkartmadığı muhtar çakmağını titreyen elleriyle tuttu. Üst üste çaktığı çakmağını bir iki seferde sigarasının ucuna denk getirerek yakabildi. Derin ve uzun bir nefes çekti sigaradan. Öyle ki sigara dumanıyla içindeki volkanı bastırmaya çalışıyordu… Mutlu yeşil gözleri dolu dolu olmuştu. Baba titrek bir sesle:

“Yarın pazar. Kardeşlerinle bahçede oynayın” diyebildi, kendini zor tutarak. Küçük yeşil gözlü dalgalı saçlı çocuk kardeşlerine sarılarak odadan çıkarken ardından birbirini takip eden damlaların farkında mıydı acaba?

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Yorum Yaz


En fazla 500 karakter. 500 karakter kaldı.