Nihayet hava ayazı tutmuştu. Kuşluk vaktinde başlayan poyraz ağaçlardaki son yapraklarla kuru dalları kaldırımlara boylu boyunca uzatırken, öğleden sonra yerini önce yağmura, akşam karanlığı inmeden sırayı sert rüzgârlara bıraktı. Kuru soğuk ıslıklarıyla yatsı namazından çıkan cemaati karşıladığında, işlerinden çıkan insanlar da henüz dönüş yollarını yarılamışlardı. Karanlık havayı, hava da ayazı tutmuştu.  

Birde loş sokakları tutanlar vardı. Kendilerine yaylanarak ve kollarını sallayarak yürüdüklerinden ‘kartal’ diyorlardı. Çarpık iki sapın üstünde konmuş bir kütük ve kütüğün üzerine sakatat tezgâhlarından alınmış bir kelle ve kellenin tepesinden çene altlarına sarkan mısır püskülü kıllarıyla et yığınları. Bataklık çukurlarını andıran çanakların içindeki kısık gözlerinin, anlamsızca nereye baktığı belirsiz sönük ferleriyle kendi sinemalarını yansıtıyorlardı. Havanın tuttuğu ayazdan da soğuk gözler. Her adımında ardından geldiğini hissettiğin gözler. Bir zamanlar geleceği aydınlatan gözleriydi onlar. Bir önceki karanlığa yenik düşmüşlerdi, bir öncekiler de öncekilere yenik düşmüştü.

      Havanın tuttuğu ayazdan ellerini ovuşturarak gelen mahallenin emekçisi Tomris paltosunun yakalarına sarınarak evinin sokağına saptı. Bu sokak merkezden sonraki ilk ara ve dik sokaktı. Anayolla birleşen bu rampanın sağındaki ilk ev bahçe içinde, ağaç ve meyvelerin bulunduğu yüksek girişli kâgir bir evdi. Sokak başındaki yıllar önce terkedilmiş harabe evin içinden ışık yansıyordu, alev ışığıydı bu. Sac varilin içinde yanan tahta parçalarından çıkan kıvılcımlar çevreyi ışıtarak karanlıkta kayboluyordu. Ateş sönmeye yüz tuttuğunda sökülen döşeme ve tavan tahtalarıyla takviye ediliyordu. Anlaşılan boş olan bu ev birileri tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Şimdi harabe ev virane halinden daha ucube görünüyordu. Tomris’in dikkati oraya yoğunlaştığında bahçede kendinden geçmiş bir genç uluorta bahçeye işemekteydi. Göz kapaklarını açmakta zorlanırken ayakta hamak misali sallanıyor ama düşmüyordu. Kimseyi görmüyor, dünya da zaten kendisinden oluşuyordu.

Tomris bu manzara karşısında ürktü. Adımlarını sık ve hızlı atmaya başladı. Evi de o sokağın rampa bitimindeydi. Evinin bahçe kapısına geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Çantasından anahtarını çıkarırken düşürdü, korkmuştu. Nasıl korkmasın ki? Huzurlu geçen bunca zaman sonra mahallenin görüntüsü değişmişti. İki denemeden sonra zor açabildi kapıyı. İçeri girdiğinde kapıya sırtını dayadı, soluklanırken durduk yere ortaya çıkan bu gördüklerine anlamaya çalıştı.

“Hoş geldin, kızım” dedi, salondaki kanepede yatan yaşlı ve hasta olan kadın. Tomris birkaç derin nefes aldı.  Soluğunu zor da olsa toparladı.

“Üstümü değiştirip geliyorum anne” diyebildi.

Annesine “Hoş bulduk!” bile diyemedi. Neyi hoş bulmuştu ki?  Doğup büyüdüğü evinin sokağına girdiğinde gördüğü manzara onu hayli korkutmuştu. Şimdi kafasından birçok senaryolar geçiyordu. Hepsi de ürkütücü, dehşet vericiydi. Titreyerek odasına geçti. Aynaya baktığında yüzü yeni badana olmuş duvar gibiydi. Yanaklarını hayli tokatladı. Yüzüne kan yürümeye başladığında annesinin yanına öyle gidebildi.

“Bu gün nasılsın anne?” dedi.

Tomris ancak kendine gelebilmişti.

“İyiyim kızım, sen iyi olduktan sonra ben de çok iyiyim” dedi demesine yaşlı kadın ama gözleri kızının yüzünde geziniyordu.

“Bu gün işlerin nasıldı kızım?”

Yaşlı kadın sorularına devam ederken yüzünü bu akşamki görüntüsünden farklı gördüğü kızından cevap bekliyordu.

“Dünden farksız, yarın ne olur bilmiyorum.”

Yaşlı kadın başını sağa sola hafiften salladı. Belki de –yarın ne olur bilmiyorum- cümlesinden cevabını almıştı. Hasta kadın şimdi başını yukarıdan aşağıya doğru sallarken tecrübesi ona yarının çokta iyi olmayacağını anlatmıştı.

Tomris gözlerini annesinden kaçırarak yaşadıklarına görüntü vermek istemedi. Ancak saklamaya çalışsa da etkisinden kurtulamamıştı. Onun için de yarını kestiremiyordu. Aklı virane evde kalmıştı. Silkelenip sehpanın üzerindeki tepsiyi aldı ve mutfağa geçti. Yemekleri ısıtıp annesini yedirdi. Teşekkür etti kadın etmesine de kızının dalgınlığını da fark etmişti. Ama sormadı.

Neredeyse her gün fazla mesaiye kaldığından o mesai günlerinde annesiyle fazla sohbet edemeden erkenden odasına çekilirdi Tomris.

Evleri kendilerine aitti. Dedesinden kalma bir göz oda ve salondan oluşan bahçe içinde küçük bir gecekonduydu evleri. Babası kendisinin doğumunda ‘kızımın kendine ait odası olmalı’ diye düşünüp bir göz oda daha ilave edip oturulur hale getirmişti evlerini. Kendi ihtiyacını zor yapabilen yaşlı ve hasta annesiyle yaşıyordu bu evde Tomris.

Babası annesinin üçüncü evliliğiydi ve beş yaşta küçüktü. Kadın iki evliliğinden de çocuğu olmuyor diye dışlanmıştı. Babasıyla evlendiğinde de üç yıl çocukları olmadı. Kadın eşine:

“Çocuğumuz olmuyor ve ben buna alıştım… İstersen başka bir kadınla evlenebilirsin” demişti kocasına.

Babası da:

“Benim yol arkadaşım, yoldaşım sensin. Çocuğumuz olmuyorsa da sorun değil” diye, yanıtlamıştı.

Annesi bu sözleri her seferinde çeyiz sandığından çıkarır gibi itina ve gururla söylerdi kızına.  Tomris de babasının bu erdeminden onur duyar, “Olur da bir gün evlenirsem babamın karakterinde olan birine ‘evet’ derim’ diye, düşünürdü. Babası aklına gelince gözleri doldu ve yaşlar yanaklarından süzülmeye başlayınca irkildi. Vücudunu saran o his onu korkutmadı. Aksine bedenini dikleştirdi, gözyaşlarını sildi, kaşlarını çatarak kendine kızdı.

“Sen, o cesur ve şerefli adamın kızısın. O adama hiç mi hiç yakışmıyorsun. Üstelik senin adını baban vermişti” dedi, kendine.

Babası vermişti adını.  Güçlü, adaletli, cesur, sorumluluğunu bilen, özgür ve aynı zamanda tarihin ilk kadın hükümdarına benzetmişti kızını. Kızının da haksızlığın karşısında olan, adalet terazisini kendisine ölçü edinen bir insan olarak yetiştirmişti, öyle olmasını istiyordu biricik varlığının. Şimdi o erdemli insan yoktu hayatında. Babası inşaatlarda çalışan duvar ustasıydı. Orta boylu, geniş omuzlu, çatık kaşlarına rağmen sevecen ve yüreği güzel bir adamdı. Tomris’te babası gibi kara çatık kaşlı, kara gözlü bir kızdı. İnce yapısından dolayı babası ona hep ‘kara karanfilim’ diye seslenirdi, çok severdi kızını. O şimdi hayatta değildi. İnşaatın birinde hatılı yeni dökülen beton çökünce altında kalarak ölmüştü üç yıl önce. Annesi de mafsallarındaki kireçlemeden dolayı bastonla bile zor yürüyordu. Kocasının ölüm haberi kadını yaşama küstürmüştü. Tomris daha da sarıldı hayata, annesine bakmak için eğitimini yarıda bırakarak o günden sonra çalışmaya başladığında lise son sınıfındaydı. Üniversite sınavına hazırlanıyordu ama olmadı. Kader böyle yakalamıştı Tomris’i. Babasının sigortası da olmayınca hayatın yükü onun omuzlarında kaldı. 

Yaşlı kadın yattığı yerden odanın ışığını görebiliyordu.

“Kızım yorgunsun, uyu artık” diye seslendi.

Tomris masa lambasının altında ders kitaplarını okuyordu annesinden gizli. Geçen yıl lise bitirme sınavlarını başarıyla vermiş bu yılda üniversite sınavına hazırlanıyordu. Okumak uhde kalmıştı içinde. Her gece bir saatin üzerinde ders çalışıyordu. İşten yorgun düşmüş bedeni gözlerine sirayet ettiğinde çoğu zamanda kitap kucağında uyurdu. Sabahta erken kalkıp annesine kahvaltısını yedirir, öğle yemeğini de sehpaya bırakıp işe, tekstil atölyesine giderdi. Çoğu zaman mesaiye kalır, iyi havalarda da yol parasından tasarruf etmek için yürürdü. Arttırdığı paralarla da kendine test ve yardımcı kitaplar alırdı. Ne hayata ne de hayatın sunduklarına sitemi vardı. Ama bu harap evin son görüntüleri ürkütüyordu onu. Nereden çıkmışlardı bunlar. Kendilerini kartallar diye adlandıran bu grup gasp, hırsızlık ve torbacılık yapıyorlardı. Okul çocuklarının yollarını kesip harçlıklarını alıyorlar, kimilerini de kurye olarak kullanıyorlardı.

      Tomris gün ağarırken evden çıkar, işine yayan giderdi. Bu sabah diğer sabahlardan faklıydı, tedirgindi. Her sabah ve akşam dönüşlerinde evlerinin bulunduğu kaldırımdan yürürdü. Ama bu sabah karşı kaldırıma geçip temkinli ve hızlı adımlarla yürüdü. Harabe evin hizasına geldiğinde göz ucuyla eve baktı. Kimseler görünmüyordu. Tomris de rahatlamıştı ve derin bir nefes almıştı ki,

 “Pişt, anam. Hepsi senin mi?” diye, seslenen bu çiğ ses, sabahın sessiz berraklığında kulak çeperlerini tırmalayarak harabe evin bahçesinde yankılandı.

Sapkın olan bu sözü kulak kıvrımlarında hapsetmek istedi ama boynuna kadar kızarmıştı Tomris. Ses, boruları temizlenmemiş bacadan çıkan hırıltılı vapur düdüğünü andırıyordu. Dönüp bakmadı. Yürümeye devam etti. Aynı ses:  

“Sana dedik be güzellik. İplemiyor musun beni?”

 Ne yapmalıydı? Karşılık mı vermeliydi? Ne demeliydi ki böyle tecrübeleri yoktu Tomris’in. Cevap vermese bu çiğ sesin sahibi hiddetlenip kızabilirdi. Ne yapmalıydı, bilemiyordu. Kafasındaki sorulara cevap bulamadan istemsiz bir şekilde dönüp sertçe baktı. Hilkat garibesi gibi bir tipti çiğ sesin sahibi. Ne yöne döneceğini şaşıran bulanık sarı saçları, kirli sakalları, pörtlemiş çakır gözleri ve son yıkanma tarihi unutulmuş giysileriyle mısır tarlalarındaki korkuluk gibiydi. Poposunun üzerinde sallanan kolları ve çubuk bacaklarının tartamadığı ince iki büklüm vücuduyla ha düştüm pozisyonunda sallanan ama bir türlü düşemeyen hilkat garibesine donuk bir bakış atarak yoluna devam etti. Sokağı kesen caddenin karşısındaki durağa geçti, soluklanması bitmek üzereydi ki dolmuş geldi. Derin birkaç nefes alırken babasını düşündü. Farklı bir enerji hissetti bedeninde, özgüveni arttı. Dolmuşa binmedi, sakince işyerine kadar yürüdü.

Çalışırken gün boyu harabe evdeki gördüklerini düşündü. Çözüm bulmalıydı. Bir matematik problemi gibi düşünmek gerek diyordu kendine.

Akşam işten eve dönüşünde, rampanın başına geldiğinde hemen karşı kaldırıma geçmedi. Bir süre harabe evi seyretti, tanımadığı genç insanlar hatta çocuklar girip çıkıyordu eve.  

“İlginç” dedi, gördüklerini garipseyerek.

“Ne oluyor ki burada?” diye sordu, kendine. Karşı kaldırıma geçip önce bahçe sonra da evin kapısını açıp içeri girdi.

Annesinin hizmetini görüp odasına çekildiğinde ilk defa test kitaplarını açmadı. Çözemediği bir matematik sorusu gibi son günlerde mahalledeki bu değişimi düşündü. Annesi yine içeriden seslendi.

“Yatıyorum anne, iyi uykular” dediğinde, yüzü gülüyordu.

Bu sabahta aynı saatte yola çıktı. Bir önceki sabahki ruh halinden farklı kendinden daha emin bir haldeydi. Yine harabe evin karşısından geçerken başını o yöne çevirdi. Soğukkanlı ve kararlı bakışlarıyla bahçeyi ve evi süzdü. Kimseler görünmüyordu ama varilden hâlâ zayıfta olsa duman çıkıyordu. Demek ki sabah olmadan gitmişlerdi. Burası daimi barındıkları yer değildi. Gün geçtikçe de merakı artmaya devam etti Tomris’in.

Yine yürüyerek gitmişti işine, çalışma arkadaşlarından önce gelmişti. Önlüğünü giyerek atölye sahibinin yanına gitti. Sabah esenlemesinden sonra son günlerde olanları ve geç saatlerin karanlık tehlikelerini anlattı. İşine ve annesine olan görevlerini olumsuz etkilediğini, mümkünse öğlen paydosu ve hafta sonları mesaisine devam edebileceğini dile getirdi. İşyeri sahibi Hasan da bu durumu makul görüp kabul etti. Tomris’i kızı gibi seviyordu. Babasının ölümünden beri de orada çalışıyor, işi de Hasan usta öğretmişti. Teşekkür edip makinesinin başına geçti. Şimdi içi daha rahattı. Evet, bir matematik problemi gibi soruyu anlamlandırarak çözümünü de bulmuştu.

Öğlen paydosunda arkadaşları yemek için mola verirken o, yanında öğle yemeği diye getirdiği ekmek arasıyla makinesinin başındaydı. Ekmeğini her bir ısırışında makinasının pedalını daha hızlı çeviriyordu, dikimine aralıksız devam etti. Kendini daha güçlü hissediyordu. İçini huzur kaplamıştı Tomris’in. Akşam dönüşleri de evine erken gelmeye başladı.

Sokaklarının başına geldiğinde önce başını dikleştirdi. Kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı ve kararlı adımlarla rampayı tırmandı. Kapıyı açtığında annesi tedirgin oldu.

“Kızım sen mi geldin?” diye, seslendi.

Tomris annesine cevap verdikten sonra üstünü değiştirdi. Akşam yemeğini hazırladı. Yemeklerini yerken kızının erken gelmesini anlamaya çalışarak yüzünü süzdü annesi. Merak içinde sordu.

“Neden erken geldin ki kızım, bir şey mi oldu?”

“Mesailerimi öğle arası ve haftasonlarına aldırdım.”

“Neden ki?”

“Kış olunca dönüşüm çok karanlığa kalıyordu anneciğim.”

”Hım…” diyebildi kadın.

Ama önceki yıllarda böyle olmamıştı, ‘bir gariplik var’ diye, düşündü fakat sese dönüştürmedi. Tomris bir müddet annesiyle televizyon seyredip odasına gitti. Bir önceki akşam yaşamına engel problemi çözdüğü için ara verdiği testlere daha iştahlı sarıldı. Erken geldiği için iki saatin üstüne çıkmıştı bu test çözümleri ki annesi yine seslendi. O da toparlanıp huzurlu bir şekilde uyudu.

Pazar günü ikindiüstü mesaiden eve gelirken muhtarlık binasındaki kalabalık dikkatini çekti Tomris’in. Kalabalığa doğru yürüdü. İnsanlar kızgın ve öfkelerini muhtara adeta kusuyorlardı. Olağandışı bir durum olduğu muhakkaktı. Ayakları Tomris’i kalabalığa doğru götürdü. İnsanları süzdü. Her birinin sanki canı yanmış gibiydi. Ortada bir şikâyet olmasına vardı ama her kafadan sesler çıktığı için anlaşılmıyordu. Ne olduğunu soracağı anda da muhtar binanın önüne çıktı.

“Arkadaşlar yapmış olduğunuz yanlış. Bir şikâyetiniz varsa ki var, bana bildirirsiniz. Bende karakola dilekçe ile sunarım. Kanunlara saygılı olun ve yasaları çiğnemeyin.”

Mahalle sakinlerinin kızgınlığına muhtarın sözleri yeterli olmamıştı, rahatlamamışlardı. Ama muhtarın söylediklerinden de başka yapacak bir şeyleri yoktu.

Mahallelinin şikâyeti neydi ki? Neden kanunları çiğniyorlardı? Demeye kalmadan yanında feryat figan ağlayan komşusu Tenzile teyzenin yanına gidip olanları sordu.

“Torunum… Torunum ağlayarak geldi eve. Ağzı burnu kanlar içindeydi, korkmuş balam. Henüz yedinci sınıf öğrencisi o. Yolunu kesip cebinden gazoz parasını almışlar, konuşmasın diye korkutup dövmüşler.”

Kadın dövünüyordu, tek torunuydu Kemal. Kocasının adını vermişti torununa. Oğlu da ölünce gelini de başka biriyle evlenip gitmişti. Tenzile teyze de yetim maaşıyla okutuyordu torununu. Anlaşılan mahalleli bu öksüze sahip çıkmıştı diye düşünürken başka komşular da vardı. Konu yine aynıydı; yol kesip haraç almak ve darp.

“Bu durum hiç mi hiç iyi değil” dedi, kendine.

Gördüklerine hayli canı sıkılmıştı Tomris’in. Olanları anlamak için etrafına bakındı. Ağacın dibine çökmüş elleriyle yüzünü tutan bir üst sokaktaki komşusunun kızını gördü, yanına çömeldi.

“Ne oldu Yağmur? Neden ağlıyorsun?”

Kız başını kaldırıp Tomris’i görünce kendini güvende hissetmiş olmalı ki sarıldı. Ağlamaktan sesi zor duyuluyordu.  

“Abla… Okuldan dönerken o serseriler, virane evdeki o tipler bana sarkıntılık yaptılar, taciz ettiler beni. Çok kötü sözler söylediler” diyebildi, içini çekerek.

“Durduk yere bu üst üste yaşananlar ne ola ki?” diye, etrafa şaşkın gözlerle bakıp düşünmeye başladı Tomris. Gözleri haksızlığa uğrayan mahallelinin yüzlerinde gezinirken başını sağ omuzuna eğerken, dudaklarını büzmüş ve kaşlarını da kaldırarak, “Acaba?” diyebildi kendine.

Kalabalık yaşadıklarını birbirlerine anlatıyor, çoğu da kendince yapılması gereken en iyi yol böyle ya da şöyle olmalı diye bilirkişi edasıyla fikirlerini beyan ediyordu. Ancak sadece konuşup laf kalabalığı yaptıklarının farkında bile değillerdi.

Tomris kalabalıktan ayrılıp eve doğru yürüdü. Bayırı çıkarken yine harabe eve baktı. Henüz erkendi, kimseler yoktu. Aklında Yağmur’un anlattıkları vardı. Kendisine de sözlü tacizde bulunulmuştu.

“Bunlar olabilir mi? Bu hilkatler burayı mesken bellediklerinden beri huzuru bozuldu mahallenin. Bunlar bela olacak” diye, mırıldandı.

Bayırın bitiminde yolun karşısındaki bakkaldan içeri giriyordu ki üst komşunun oğlu Yılmaz hızla kapıdan çıkarken omzuna çarptı. Dönmedi, özür de dilemeden hemen uzaklaştı. Tomris ‘önüne baksana oğlum’ bile diyemedi.  

“Merhaba Mehmet abi” dedi.

Bakkal Mehmet de:

“Bak şu Tahir’in hergele oğlunun yaptığına.”

“Boş ver Mehmet abi gençlik işte.”

“Öyle değil kızım. İnsanlık irtifa kaybediyor. Sadece sana yaptığıyla kalsa iyi. Kafası dalgın acelesi var deriz geçeriz. Acelesi var, kafası da takılı da mesele iyi mesele değil.”

“Hayırdır abi.”

“Evde kimse yok diye acil işi için benden para istedi. Ben de yarısını verdim.

“Hım…”

“Akşam babam gelince para alır getiririm” dedi.

“Güzel bir insanlık örneği sergilemişsin.”

Bakkal bu yoruma tebessüm ederek devam etti.

“O para akşam gelmeyecek Tomris. Acil iş dediği de ot (esrar) almak.”

“Yapma ya abi! Bu kadar kötü mü?”

“Çok daha kötü Tomris, karanlık günler bekliyor bizi.”

Ne oldu bu gençliğe Mehmet abi? Madem ne yapacağını biliyorsun neden verdin ki?”

“Yalan söylediği için bir daha gelmeye yüzü olmayacak. Onun için verdim. Ancak kötüye gidiyoruz. Birileri ‘dur’ demeli, ama kim? Sanırım hiç birimiz bu kötü gidişin önüne geçemeyeceğiz. Gelecek günler daha da kötü olacak. Artık bu mahalle yaşanmaz olacak. Ancak gideceğimiz yerlerinde buradan iyi olduğunu sanmıyorum. Yani her yer bataklık oldu. Kalkıp bilmedik bataklıklara gitmektense bildik bataklıkta kalmayı yeğlerim.”

“Bu kadar karamsar olma Mehmet abi. Bu milletin en kötü günlerinde hep birileri çıkmıştır. Umuyorum yine çıkar.”

Bakkal Mehmet bu son cümleleri acı bir tebessüm ederek dinledi.

“Biliyor musun Tomris her toplumda ve yeni zamanelerde değişimler olur. Olması da gayet normal de gelişim adına gidişler varsa akabinde yok oluşlar yerini alacaktır.”

“Nasıl yani abi?”

“Biraz önceki genç mesela, Yılmaz yani. İçimize adım adım ektikleri tohumların meyvesi. Rahmetli babanla bizim zamanımızda bu bakkal ya da bakkalları ele alalım; postacıydık, emlakçıydık, adres sorulan danışma bürosuyduk, emanetçiydik, faizsiz para veren banka şubeleri gibiydik. Daha sayayım mı?”

Tomris duyduklarına şaşkın bakkal Mehmet abisini dinliyordu.

“En önemlisi de olağanüstü hallerde erzak deposuyduk. Şimdi karşımızda organize olmuş ulusal ve uluslararası para babalarının zincir marketleriyle ayakta kalma savaşı veriyoruz. Verdiğimiz bu savaş aslında ayakta kalmak için değil, ülkemizin yok olmamasına gösterdiğimiz dirençtir.”

Tomris kendisi için bu yeni bilgiler karşısında hayrete düşmüştü. Hiç böyle bakmamıştı bu konuya, dikkatle dinliyordu. Zincir mağazaların gelişini ve yayılmasını medeniyet sanıyordu. Her aradığını bulduğu modern çarşı gibi düşünmüştü. Demek ki o güzel maskenin ardındaki niyetler bir kültürün, bir toplumun yok edilişi değilse de en azından yozlaşması vardı.  Oysa Bakkal Mehmet sıradan bir kenar mahalle bakkalı! Adaşı olan rahmetli babasından devir aldığı bakkalı inatla işletiyordu da bu inat kendi onurundan ziyade çok sevdiği ülkesinin, milletinin onuruydu. Bu yaptığını kaç kişi anlamıştı ki? Tomris de o an’a kadar anlayamamıştı.

“Büyük mağazalar, alış veriş merkezleri ve niceleriyle ayrıştırdılar bizi. Toplulukta tek başımıza kalınca da bizleri kullanmaları, kısaca harcamaları kolay oldu. Eğitimimizi yok edip anlık zevklere buladılar bizi. Sonra da ihtiyaçlarımızı karşılamamız için önce arkadaşımıza, beraber yaşadıklarımıza ve nihayetinde kendimize yalan söylemeye başladık. Yetmeyeceği ya da yetinmeyeceğimiz için de çalmaya yöneldik. Yani ahlak çatırdadı ve çökmek üzere.  O gence, Yılmaz’a kızamıyorum. Nihayetinde benden aldığı 10 Türk Lirası. Bu para yerine gelirde Yılmazlar geriye gelir mi? İşte mesele bu kızım.”

Tomris yeni öğretilerle kafası allak bullak olmuştu. Alış verişini gelişi güzel yaparak bakkaldan ayrıldı. Eve gidene kadar da Mehmet abisinin söylediklerini düşündü. Bu pislikten kurtulmanın çarelerini arayarak eve geldi.

“Kızım dışarıdan, muhtarlığın meydanından sesler geliyordu. Mahallede olay mı var?”

Tomris ne demeliydi ki annesine? Nasıl olsa komşular olanı anlatacaklardı.

“Şey anne! Komşumuz Tenzile teyzenin torununun parasını alıp dövmüşler.”

“O yetim çocuk ya! Tenzile abla da beş parasız oğlunun tek yadigârını büyütüyor ihtiyar haliyle. Ne oldu bizlere, nasıl böyle bozulduk? Yazıklar olsun, Allah kahretsin!”

Kadın olanlara çok üzüldü. Yattığı yerden ağzına geleni söylüyordu, farkında değildi. Hatta sesi bile yükselmişti yapılanlara tepki verirken. Tomris de pişman oldu söylediğine.

“Anneciğim sen düşünme bunları muhtar halleder. Ben yemekleri ısıtayım.”

Kadın yatalaktı ama muhtar için öyle bir söz sarf etti ki cümlenin her bir harfi Tomris’in ardından mutfağa doğru birerli kolda yol aldı. Her bir harfin ayak sesleri kulaklarında yankılandı.

“O aşağılık herifi herkes iyi diyor ama benim muhtara hiç güvenim yok.”

Tomris önce durdu. Yanlış duyduğunu sandı ve döndü.

“Neden öyle söyledin ki anne?” diye, sordu.

“Onun o karanlık gözleri yok mu? Dikkatlice bakınca sahibini çok iyi anlatır. Pus inmiş karanlık vadilerin sessiz derinliklerindeki tehlikeleri andırır o gözler.”

Annesinin söylediği bu esaslı cümleler Tomris’i şaşırttı. Kitaplarını okuduğu edebiyatçıların sözlerinin derinliklerinde yatan manalar gibiydi annesinin söyledikleri. Duyduklarına inanamadı Tomris.

“Bu ne demek şimdi anne?”

 “Gözünün biri sendeyken diğeri seyir halinde etrafı kolaçan eder. Ağzından çıkan sözler de bala bandırılmış zehirdir o soysuzun. Hem de yemek için peşinden koşturur. Yedin mi, istesen de çıkaramazsın. Sen tanımazsın, çok sinsidir o. Tilki bile masumdur onun yanında.”

Tomris beklemediği bu yorum karşısında afalladı.

“Anne çok ağır konuştun, günahını alıyorsun.”

“Dedim ya kızım sen bilmezsin onu. Aslında mahalleli de pek tanımaz onu.”

“Neden ki? Nihayetinde seçimle geldi. Beğenmeselerdi oy vermezlerdi.”

“Ağzı iyi laf yapar. Mahalleli bal olan zehire aldandı” dedi, kendinden emin. Bu sözleri söylerken kadının yüzü yaşanmış çok şeylerin izlerini yansıtıyordu.

 Tomris yemeği ısıtıp annesini yedirirken duyduklarını düşünüyordu. Muhtar için söylediği sözlere takıldı. Mülayim bir kadındı annesi. Dedikodu ile hiç arası olmayan bir kadındı ama muhtar için söyledikleri sert ve net sözleri kafasını kurcaladı.

“Sen nereden tanıyorsun bu muhtarı anne?” diye sordu.

“Babam onun dedesini iyi tanıdığını söylerdi. Para için her şeyi yapar derdi. Bende babasını tanıyorum. Hiç tekin biri değildi. İftira, hırsızlık hatta namusa göz dikme… Daha neler neler, duymak ister misin?”

“Yok, yeterli anne! Yemeğimizi huzur içinde yiyelim” dediyse de yemek boyu bu sözleri düşüncelerinde oturtmaya çalıştı. Her soru başka sorular üretti. Yemeğini bitirdiğini de fark edemedi.

Tomris odasına çekildiğinde masasının üzerindeki kitaplara yine dokunmadı, daldı. Tacize uğrayan Yağmur’a, yetim Kemal’e ve diğer çocuklara… Ne oluyordu mahalleye? Bu kadar neden bozulmuştu insanlık? Bir de annesinin muhtar için söyledikleri vardı ki yaşananlarla bağ kurmaya çalıştı ama ilişkilendiremedi. Sorular kafasının içinde döndükçe bir kartopu gibi çoğalıyordu. Soru ve sorunları masaya yatırıp önce gruplandırdı sonra da yine matematik problemi gibi sadeleştirdiğinde denklemin karşı tarafında hiç şaşırmadığı sonuç duruyordu; hilkatler! Olmasına olurdu da yine de yeterli veriler yoktu. Daha derinleştirmek gerekiyordu. Bekleyip göreceğiz dedi. Kafasını dağıtmak içinde çalışma kâğıtlarını çıkarıp test çözmeye başladı. Ancak okuduklarını anlayamıyor, anlamadığı içinde cevap veremiyordu. Testleri bırakıp yatağa uzandı. Gördüklerini, duyduklarını zihninde seslendirmesine rağmen bir sonuca ulaşamadı.

Bir hafta geçmişti. Ne karakoldan ne de muhtarlıktan bir ses vardı.  Çocuklar yine gasp ediliyor ve dövülüyordu. Harabe evin yanından geçerken tam karşısındaki evin sahibi olan komşusu Abdullah oğlu ile bahçede tartışıyordu.

“Bana sormadan cebimden para almak ne demek oğlum?” dediğini duyunca, adımlarını kısa ve yavaş atmaya başladı.

“Verdiğin haçlık yetmiyor. Benim daha fazla paraya ihtiyacım var. Onun için aldım” dedi, oğlu.

Babasını önemsemeyen bir tavır içindeydi. Bu görüntü üzmüştü Tomris’i. Yüksek sesli konuşma devam ediyordu.

“Bu senin yaptığına hırsızlık denir oğlum. Bu çok kötü” dedi, üzüntülü ses tonuyla. Ama çocuk düştüğü bataklıktan dolayı sözleriyle babasına ve değerlere saldırdığını bile fark edemiyordu.

“Neyse ne. Acil para lazımdı aldım” diyerek bahçe kapısını vurup çıkıp gitti. Adam ardından çaresiz gözlerle baktı. Tomris de gördüğü bu manzara karşısında üzülmüştü.

“Merhaba Abdullah abi! Hiç iyi görünmüyorsun. Kötü bir şey mi var?” diye, sordu adamın yanına yaklaşarak.

“Merhaba kızım! Bizim oğlan Engin. Bu günlerde biraz üzüyor beni.”

“Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?”

“Yok! Sağol kızım.”

Komşusunun daha fazla üzülmemesi için oradan ayrılmak üzere yürümeye başladı.

“Bu yaptığı ilk değil ki kızım. Hatta Sevim ablanda geçen hafta büfeyi temizlerken çeyizinde getirdiği gümüş tepsinin olmadığını fark etti. Bende para edecek birkaç aleti bulamadım. Kimselere de vermedim ama takım odasında yoklardı” dedi, Abdullah.

“Sevim abla da sende iyice bir daha bakın Abdullah abi.”

“Bakmaz olur muyuz kızım. Hem de defalarca baktık. Ancak dışarıdan yapılan bir hırsızlık değil. Konduramıyoruz ama bizim oğlan, Engin yaptı. Son zamanlarda da üstünde bir asilik var. Geçenlerde de çok sevdiği kız kardeşini azarlayıp dövmüş.”

Abdullah yaşadıklarına, Tomris ise duyduklarına çok üzülmüşlerdi. Eve geldi. Yemeklerini yerken durgun olan yüzünün ifadesini beğenmedi annesi.

“Bir şey mi oldu kızım?”

“Yo, yok” diyebildi, aklı komşusu Abdullah’ın anlattıklarına takılmıştı.

Sonuçta kızıydı. Onu büyüten, eğiten annesiydi. Yüzüne baktığında anlamıştı tabii. Komşularının anlattıkları da vardı.

“Var kızım, var! Hem de çok kötü bulutlar mahallemizin üzerinde dolaşıyor.”

“Ne oldu ki anne?”

“Öğlen karşı komşumuz Fatma geldi, o anlattı. Çocukların yine önleri kesilmiş, paralarını alıp sonra da dövüyorlarmış. Birde üst sokağımızın sonundaki evde oturanlar. Bedirhan’ın kızı Alaz, hani iki yıl önce köyden gelmişlerdi ya işte onların kızları üç gündür kayıpmış.”

“Polise haber verselerdi.”

“Muhtara söylemişler. Karakola haber vereceğini söylemiş.”

“İyi, hastaneleri de kontrol ederler.”

Kadın dudaklarını büzüp hafiften kafasını salladı. Tomris annesinin yüz ifadesinde ‘bu işten bir şey çıkmaz’ edasını görmüştü. Muhtara hiç mi hiç güveni yoktu kadının. Tomris olayları kafasında yorumlarken annesinin muhtar hakkındaki söylediklerine takıldı. Muhtarı hiç tanımadığını anladı. Oysa annesi, babası ve büyükbabası nasıl biri olduğunu biliyorlardı.

“Anne geçmişte muhtarla bir şey mi yaşadınız?” diye, sordu.

Ansızın sorduğu bu soru kadının yüz hatlarını değiştirdi. Şaşırmıştı kadın. Yutkundu ve önce gözlerini kaçırdı. Anlatmak istemiyordu.

“Anne benim de bilmem gerekir, öyle değil mi? Benimde başıma gelebilir, tedbir almalıyım.”

Kız haklı dedi, içinden.

“Geçmişi bilemem ama dedesi, babası ve kendisi musallat olmadıkları komşuları, canlarını yakmadıkları insanlar yani dolandırmadıkları canlılar ve…”

Sustu kadın, yine yutkundu…

“Adını çıkartmadıkları kız neredeyse yok” dedi. Gözleri dolmuştu kadının.

“Sen neler söylüyorsun anne?”

Kadın kafasını kaldırıp gözlerini de kızının gözlerine dikti.

“İyi dinle kızım” dedi ve devam etti.

“İlk koca! Yarım sene bile dolmamıştı evliliğimizin…”

Şimdi annesi kendinden bahsediyordu. Tomris elindekileri bırakıp dikkatli dinlerken annesinin yüz ifadeleri değişiyordu.

“Babası, bu kadının çocuğu olmaz. Annesinin de çocuğu olmadı, diye dedikodu çıkarttı.”

“Ama sen varsın ya anne.” dedi.

“Hıh… Öyle de kulp hazırdı. Annem beni yetimhaneden almış diye de insanları ikna etti ve kocamın ailesi beni çısçıpıldak kapının önüne koydu. Annem kahrından yedi ay sonra öldü. Babam da annemin ölümünden bir yıl geçmeden beni zoraki evlendirdi. Bana danışmadığından babama çok kızmıştım. Sonrada üzüldüm.”

“Neler söylüyorsun anne?”

Olanlardan habersizdi Tomris.

“Madem her şeyi bilmek istiyorsun, sözümü kesme. Dedene, yani babama çok kırılmıştım. Ancak altı ay geçmeden de babam öldü. Meğer babam ölmek üzere olduğu için mecburiyetten evlendirmiş beni Kendimi affetmedim” dediğinde, kadın ağlıyordu.

“Babam da annem gibi kahrından öldü, öldürdüler.”

Kadın hıçkırıklarla ağlıyordu. Tomris çok üzüldü. Annesini teskin etmeye çalışıyordu ama o da annesiyle ağlıyordu.

“Ben annemin ve babamın öz çocuklarıydım. Sen de babanın ve benim öz kızımızsın. Babamın ölümünden fazla geçmemişti ki o domuz muhtarın babası aynı söylentiyi yine yaydı. O sene bitmeden birkaç ay içinde de ikinci koca da kapının önüne koyuverdi beni. Biraz daha insaflıydı, eşyalarımı da verdi.”

Tomris dayanamadı.

“Nasıl bir sülale bunlar anne? Neden insanların hayatlarını karalıyorlar?”

“Sadece ben değilim, nicelerine yaptılar. Bende gözleri vardı diyeceğim ama herkeste gözleri vardı bu aşağılık yaratıkların.”

“Anladım anne. Çok üzüldün anlatma artık. Allah’ından bulsunlar. Bir kahve yapayım ana kız karşılıklı içeriz.  Ne dersin?”

“Sen nasıl istersen kızım. Olur tabii.”

O akşam da ders çalışmadı Tomris. Annesinin üzüntüsünü paylaştı. Geçmişten konuştular, babasını anlatmasını istedi. İşte o anları anlatırken yüzü gülmeye başladı kadının. Saatte geç olmuştu, farkına varamamışlardı. Annesini uyutup kendisi de odasına yatmaya gitti. Bu bilgiler kafasını daha çok karıştırdı Tomris’in.

Takip eden günlerde de mahallede olaylar durulmuyor, yenileri ekleniyordu. Abdullah’ın oğlu Engin gibiler çoğaldı. Öyle ki annesini hatta babasını dövenler bile olmuştu. Çocukların paraları alınıyor, dövülüyor, genç kızlar da kendi sokaklarında rahat yürüyemiyorlardı. Şikâyetler çok artmıştı ama bu duruma ne muhtar ne de polis tarafından bir önlem alınmamıştı. Bu işte bir bit yeniği var, diye düşündü Tomris. Hafta sonu mesaisinden dönerken semt karakoluna uğradı. Danışmadaki memura mahallesindeki durumu anlattı. Muhtar tarafından şikâyet dilekçeleri verilmiş olabileceğini sordu. Memur da yardımcı olma adına dilekçelerin bulunduğu evraklara baktı ancak böyle bir dilekçe verilmemişti. Memurun yardımıyla dilekçeyi yazdı, imzalayıp memura teslim etti.  Teşekkür edip oradan ayrıldı. Binadan ayrılırken içi hiç rahat değildi. Muhtar mahallelinin şikâyetini bildirmemişti. Annesinin anlattıkları ile şüpheleri muhtara yoğunlaştı. Oysa denkleminde hilkatler çıkıyordu. Şu kendilerine ‘kartal’ diye isimlendiren tarla korkulukları, mahalleden hatta ilçeden bile değillerdi. Bir anda ortaya çıkmışlardı, terör estiriyorlardı. Şimdi eksik bilgide kendiliğinden formüldeki yerine oturmuştu.

“Demek ki muhtar… Acaba?” diye, düşünmekten de kendini alamadı.

Evet, muhtarda işin içinde olmalı ki dilekçeyi karakola bildirmemişti. Sormalı mıydı muhtara? Söylemezdi ki muhakkak yalan konuşacaktı. İşlerim çoktu, unuttum da diyebilirdi. İyisi mi zaman içinde takip etmek, nasılsa dilekçeyi verdim, diye düşündü.

O akşamüstü odasında ders çalışırken ardı ardına çalan polis sirenlerini duydu. Mahalle sakinleri gibi perdesini açarak sokağa, siren seslerinin geldiği yöne baktığında bahçede Öncü Kartal lakaplı hilkati gördü. Birkaç saniye bakıştıklarında hilkat bir eliyle ‘sus’ işaret yaparken diğer elinin başparmağıyla boğazını gösteriyordu. Ne demekti bu? Ne bu soruyu kendisine soracak anı ne de düşünebilecek zamanı vardı. Tomris cama yapışık dona kalmıştı. Hilkatlerin başı olan Öncü Kartal da yanındaki Dişi Kartalla karanlığın içinde kayboldu.

Birkaç gün polis mekânı takibe aldı. Harabeye gelen giden yoktu. Bir hafta sonrada takibi bıraktılar. Polis baskınından iki hafta geçmişti. Bu sürede mahalle sakinleri de biraz nefes alabilmişlerdi. Mahallenin huzuru geri mi gelmişti? Öyle olmamıştı. Henüz hava kararmamıştı ki harabe evin bahçesi yine kalabalıktı. Tomris durumun rahatlığıyla ev yönündeki kaldırımdan yürürken hilkatleri gördü. Bir an irkildi ama yönünü ve hızını değiştirmeden yoluna devam etti. Bahçedeki hilkatler gözlerini kıza dikerek bahçe çitine doğru yürüdüler. Her biri sapkınlık ve sarkıntılık yaparak kötü sözler sarf ederek çitlere yaslanmışlardı ki kalabalık bir anda ikiye ayrıldı. Öncü Kartal’a koridor oluşturdular. Yanındaki kırığı ile bahçe kapısına doğru, yani kendisine geliyorlardı. Ürktü. Ancak korkakça vereceği tepki, onları yüreklendireceği gibi mahalleyi de teslim etmek demekti. Eli poposunun üzerinde sallanarak gelen Öncü Kartal,

 “Hey sen pislik! Bizi polise neden şikâyet ettin?” dedi.

Tomris kaşları çatık kararlı ve sertçe döndü.

“Sen nereden biliyorsun ki?” diye, direkt ve ani sorduğunda Öncü Kartal düşünmeden sese tepki verdi. Dili sürçtü.

“Muht… Söylediler işte. Kuşlar söyledi. Sana ne kimin söylediğinden kaltak. Şimdi bize hesap ver bakalım.”

Tomris gözlerini Öncü Kartal’a dikti.

“O akşam hesabı polise vermeliydim. Öyle değil mi? Sen de yakalanmış olurdun. Ama yapmadım.”

“Seni tehdit ettiğim için yapamadın.”

Güldü Tomris.

“Şimdi yaptığınız ne ki? Hem de topluca tehdit ediyorsunuz ama ben korkmuyorum. Demek ki seni polise ihbar edebilirmişim.”

Gurubun dövüşçü ekibi diye adlandırılan üyelerinden biri bahçe kapısının üstünden atlayıp kızın yakasına yapıştı.

“Sen nasıl bir fahişesin ki bizden korkmazsın” dediği anda çantayı kafasına yemesi bir oldu.

“Sana hesap vermek zorunda değilim. Pis ağzını da topla.”

Kafasına çanta darbesi alan hilkat garibesi hacıyatmaz gibi ekseninde bir tur döndü ama yine de devrilmedi.

“Bak şu sürtüğe, neler de söylermiş. Sen bizim kim olduğumuzu bilmiyorsun anlaşılan” dedi, Amazon saçlı avcı kartallardan biri.

“Senin kim olduğunu bilme mecburiyetim yok. Kimsen kimsin. Sen kendini kaybetmişsin, sen önce kendinin kim olduğunu bul!”

Avcı kartalın nutku tutulmuştu, onca kalabalık arkasında dururken bu bir korku olamazdı ama yine de bu sözler suratına bir tokattan ziyade ‘kendini gel’ uyarısı, beyninin içinde bir anafor gibi dönerken titremeye başlamıştı amazon saçlı avcı kartal. Bu sözlerden ne anlamıştı ki acaba?

Tüm hilkatler kapıya yüklendiğindi.

“Ben sizlerden kaçacak değilim. Evimi lideriniz biliyor zaten. Yaptıklarınız çok yanlış. Sizler gelmeden bu mahalle huzur içinde yaşıyordu. Gidin buradan” dedi ve dönüp yoluna devam etti.

Kartallar ağıza alınmayacak küfürler ederek çitten atlamaya başladıklarında Öncü Kartal:

“Durun! Hepiniz geri dönün” dedi.

Emir büyük yerden gelmişti. Hepsi durdu, harabe eve geri döndüler.

Tomris emin adımlarla evine doğru yürürken komşuları Abdullah ve Fatma evlerinin pencerelerinden olanları seyrediyordu. Tomris de kendine inanamadı.

“Başına belayı aldın kızım” diyordu, kendine.

“Ama birileri dik durmalı yoksa mahalle yaşanmaz hale gelir. Kartopu gibi büyüdüğünde insanlık çığın altında kalır” diye de cevapladı.

Evin bahçe kapısına geldiğinde yolun aşağısına doğru baktı, gelen yoktu.

Annesine yemeğini yedirirken aklı muhtardaydı. Öncü Kartal’ın dili sürçmüştü ama anlaşılır şekilde muhtarın adını verdi.

“Bir şey mi oldu kızım? İkidir seslendim ama beni duymuyorsun.”

“Özür dilerim anne, ne sormuştun?”

“Yolun altından bağırışlar geliyordu, tam da sen gelmeden önce, sana bir şey mi yaptılar?”

“Yok! Bir şey yok anne, iyiyim” dediyse de,

“Beni korkutuyorsun kızım” dedi.

Kadının yüzünü endişe kaplamıştı.

“Neden korkuyorsun ki anne?”

“Rahmetli babanın dikliği var sende. Haksızlık karşısında o da geri adım atmazdı.”

“Bu kötü değil ki!”

“Öyle de… Bazen susacak hatta görmeyeceksin.”

“İşte bu kötü! Haksızlığa bir kere sustun mu bir daha durduramazsın anne.”

Kadın kızının doğru söylediğini biliyordu ama bir annenin kaygısını yaşıyordu. Tek varlığını da babası yani kocası gibi bu dik duruşundan dolayı kaybetmek istemiyordu.

“Ama cezası ağır oluyor. Bazen de canlarla ödeniyor.”

Kız annesinin ruh halini görmüştü görmesine de hiç beğenmemişti. Aslında annesinin yaşadığı o korkunç kazada kaybettiği kocasından dolayı kızamıyordu.

“Yetim Kemaller kurtulacaksa, o yoksul yaşlı Tenzile teyzeler ağlamayacaksa varsın canımla ödeyeyim” dediğinde, endişeleri daha da artmıştı kadının.

“Korkuyorum kızım, çok korkuyorum.”

“Ben yanındayım sakın korkma anne.”

“Benim korkum kendime değil. Ben zaten yarımım. Korkum senin için kızım.”

Üzülmesin diye elleriyle annesinin yanaklarını tuttu, sevdi. Yüzüne tebessüm kondurarak annesine şefkatle baktı Tomris.

“Ben başımın çaresine bakarım anneciğim, benim için korkma!”

“Biliyor musun kızım? Şu an sende babanı görür gibiyim. Rahmetli de aynı senin gibi söylemişti.”

“Neyi söylemişti anne.”

Tomris’in annesi öyle üzgündü ki geçmişe, o kötü anları anlattığının farkında bile değildi.

“O son çalıştığı inşaat da yolsuzluklar yapılıyordu. Baban bu kirli işi açığa çıkarttığında da susması için rüşvet teklif etmişlerdi. Kabul etmeyince de o inşaatın giriş katından bir de dükkân vermişler. Baban da onlara “Hem hırsızlığınıza hem de harama ortak ediyorsunuz, ahlaksız adamlar” demişti. Ama bir sonraki gün betonun altında kaldı. Betonu bilerek başına yıktılar babanın. İspatlanamadı ama benim inancım bu.”

Kız duyduklarınla dehşete düştü. Salonun içinde sürekli dolandı.

“Bir de…” dedi ve sustu kadın. Kızının çok tepki vereceğini düşünerek konuyu değiştirmek istediyse de Tomris sözünün devamını getirmesinde ısrarlıydı..

“Evet, bir de ne anne?” diye, sordu.

“Bu yolsuzluğu yapan, inşaat arsasını bulan adammış.”

“Kimmiş ki o adam?” diye sordu.

Annesi gözlerini kaçırarak bilmediğini söyledi.

Kız annesinin gözlerine bakmaya çalışıyordu ama kadın elindeki dantelle ilgilendi. Tomris annesinin karşısına geçip çömelerek kadının yüzünü okşadı.

“Sen bana yalan söylemezsin, değil mi anne?”

“E, evet söylemem kızım.”

“Şimdi bana gerçeği söyle anneciğim. O adam kimdi?”

Kadın, ‘ne olur bunu benden isteme’ der gibi bakıyordu kızına. Kız soruyu yinelediğinde de ‘bu senin iyiliğin için, bunu benden isteme’ diye, yalvaran nemli gözleriyle uzun uzadıya baktı. Kızının da geri adım atmayacağını biliyordu babası gibi. Tomris de hiç kıpırdamadan annesinin gözlerinin içine bakarak cevap bekledi.

“O” dedi.

“O kim anne?” diye, inatla sorularına devam etti.

“Mu… Muhtar” diyebildi, kekeleyerek.

Tomris de güldü.

“Üzülme anne ben şaşırmadım. Şimdi ki pislikler de onun başının altından çıkıyormuş.”

Tomris mahallede olanları ince ayrıntısına kadar annesine anlattı.

Odasına çekildiğinde kitaplarıyla yine ilgilenmedi. Aklı yaşananlardaydı. Bundan sonra neler olabilirdi, diye yine bir matematik sorusu gibi çözümlerini düşünüyordu. Tek olması iyi değildi ama mücadeleyi tek başına vermekten başka da yol görünmüyordu. Haftasonu mahalleliyi bilgilendiririm diye düşündü. Muhtarı deşifre edip açığını bulmalıydı. Kafası doluydu, uyuyamadı. Pencereden çıkıp evlerinin arka tarafındaki dut ağacına kendini siper etti. Bulunduğu yerden harabe evin girişini görebiliyordu. Yarım saatten fazla harabe evi gözetledi. Gelenler vardı. Üç kişilerdi. İki tanesi Kartalların elemanı ve aralarında da muhtar bulunuyordu. Gözlerini ovuşturup tekrar baktı. Evet, bu gelen muhtardı. Artık her şeyden emindi Tomris. Pencereden içeri girdi, yatağa uzandı, yapabileceklerini düşünürken de uyudu.

Muhtarın gelişiyle harabe evin salonunda toplantı başladı. Yüksek sayılabilecek taht görünümlü koltukta Öncü Kartal oturuyor, sağındaki koltukta amazon saçlı kartal, solunda da kırığı vardı. Karşılarındaki masanın uzun kenarında; ortada muhtar, sağında Kartalların Tim komutanı, solunda da Kartalların Keşif sorumlusu oturuyordu. Masanın kısa karşılıklı kenarlarında da Kartalların torbacı başları bulunuyordu. Masanın arkasında ayaktakilerde Kartalların ve Avcı Kartalların diğer üyeleriydi.

“Hoş geldin muhtar, acil çağırmamızın nedeni bu senin kız duracağa benzemiyor. Bize de gider yaptı. Sanırım tekrar polise gidecek. Sen ne önerirsin.”

“O gün dilekçeyi verelim demiştim. Polisler geldiklerinde sizler burada olmayacağınız için de ihbar da asılsız çıkacaktı. Ama sen istemedin. Şimdi biraz bekleyelim, hamlesini görelim derim.”

“Saflarımıza çekebilir miyiz?”

Muhtar başını salladı.

“Hiç sanmıyorum. Hatta imkânsız” dedi.

“Çok eminsin. Para ile sustursak, ne dersin?”

“Rüşveti hiç kabul etmez.”

“Nasıl böyle emin konuşuyorsun? Sen nereden biliyorsun?” diye, sordu Dişi Kartal.

“Çok iyi biliyorum. Bunun babası da böyleydi. Susması için para ve üstüne dükkân bile verdik.”

Şaşırmıştı Kartallar.

“Kızın babası sağ mı?”  

Muhtar sırıtarak,

“Hayır, babası öldü.”

“Eee!” dedi Öncü Kartal, muhtardan ayrıntı istiyordu.

“Bildiği doğrudan şaşmadı. Biz de ortadan kaldırdık.”

“Yapma ya! Sen neymişsin be adamım.”

Muhtarın hoşuna gitmemişti bu ‘adamım’ kelimesi. O hep bir numara olmuştu kendi küçük dünyasında. Lakin iyi bilirdi dereyi geçerken atın değiştirilmeyeceğini, çok iyi bilirdi. Genlerindeki sinsiliği iyi kullanırdı. “Hele bir vadiye pus inmeye başlasın o zaman görecekler adamımın ne demek olduğunu. Kim kimin adamı olduğunu o zaman anlayacaksın” dedi, içinden. Rolünü iyi oynamalıydı. Bu hilkatleri mahalleye kendi musallat etmişti.

“Tamam, sana bir hafta süre sonrasında biz bildiğimiz gibi hallederiz. Anlaşıldı mı muhtar?”

“Peki, dediğin gibi olsun.”

Oradan ayrıldığında aşağılandığının ve azarlandığının çok iyi biliyordu muhtar. Onlara yapacaklarını kafasında kurarken unuttuğu önemli bir ayrıntı vardı. Hırsı ve kibiri aklının önüne geçmişti. Kendini beğenmişliği bedenini sardığının pekte farkında değildi. Hataya çok yakındı yani.

Ertesi gün öğlenden sonra karşı komşu Abdullah ve yan komşusu Fatma Tomris’in annesini ziyarete geldiler.

“Hoş geldiniz komşular. Benim durumum ortada, çay demleyin de içelim” dedi.

Fatma çay yapmaya mutfağa giderken dün pencereden gördüklerini anlatmaya başladı.

“Senin kızı dün o garip tipli oğlanlarla dalaşırken gördüm” dediğinde, kadın heyecanlanıp yatağında kalkmaya çalıştı. Komşusu Abdullah’ın yardımıyla yattığı yerden doğruldu.

“Fatma sen ne dedin?”  diye, mutfağa doğru seslendi.

“Ben de gördüm. Tomris o harabedeki çocuklarla dalaştı. Bravo kıza, erkeklerin hatta mahallelinin yapamadığını tek başına yaptı” diye, övgüyle bahsettiler.

“Abdullah bu çok kötü bir durum, başına ne fenalıklar gelecek, kim bilir?”

İkisi de sustu. Kadın doğru söylüyordu. Bir de kızı olduğu için daha çok korkuyordu. Abdullah lafı değiştirdi.

“Abla, benim oğlan Engin artık bizi dinlemiyor, cebimden para alıyor, evdeki eşyaları da satıyor. İşin kötüsü paralarla ne yaptığını bilmiyorum.”

Fatma da destek verdi.

“Benim çocukta aynı. Muhtarlığın arka sokağında oturan Davut abinin torunu da annesine bıçak çekip kadının çantasındaki paraları almış” dedi.

“Bu anlattıklarınız çok fena şeyler komşular. Bize ne oluyor. Her zaman kötüler vardı ama bu kadar ileri gidilmemişti, bu kadar da kalabalık değillerdi. Ne oldu bizlere?”

“Bilmiyoruz be komşum. Durumlar hiç iyi değil.”

“Tomris’im, ah Tomris’im! Babandan sonra seni kaybetmek istemiyorum, kaybedemem kızım. Sen benim tek varlığımsın, babanın bana emanetisin.”

Dövünüyordu kadın.

“Abla böyle konuşma, zaten hastasın.”

Abdullah da teselli etmek istedi. Üzülmemesini söyledi.

“Bu durumuma daha çok kahrediyorum ya!” dedi, kadın. Komşular da fazla üzüntü vermemek için çaylarını yarım bırakıp izin istediler. Fatma:

“Biz kalkalım abla. Seni de üzdük” diyerek ayrıldılar.

Komşular kalktılar. Arkalarından güle güle bile diyemedi, ağıtlar okuyup ağlıyordu kadın.

Akşamüstü iş çıkışı Tomris yürüyerek eve doğru gelirken parkta Abdullah’ın oğlu Engin’i gördü. Yanındaki de o kızdı, hilkatlerin amazon saçlı Avcı Kartal’ı. Gördüklerine anlam vermeye çalışıyordu. Sevgili olamazlardı, Engin lise öğrencisi Avcı Kartal ondan en az yedi sekiz yaş büyüktü. Görünmeden arkalarından takip etti. Parkın kuytu bir bölgesinde oturdular. Kız göğüslerinin arasından küçük bir jelâtin kâğıdı çıkarttı, bir sigara dalını boşaltıp jelâtinin içindekini tütünle karıştırdı. Sigara makaronundan uzunca bir kâğıda boşaltıp rulo halinde sigara yaptılar. Avcı Kartal sigarayı yakıp derin birkaç nefes aldı. Önce dumanı bırakmadı. Gözlerini kapatıp yavaş ve ahesteli şekilde ağzından ve burnunda dumanı boşalttı. Elindeki sigarayı Engin’e uzatırken kucağına oturdu. Yüz yüzelerdi, eliyle içiriyordu sigarayı. Engin bir sigaradan nefes alıyor bir kızın göğüslerini öpüyordu.

Tomris gördüklerinin karşısında şoke olmuştu. Kendini çabuk toplayıp “Demek ki gençleri böyle kandırıp zehirliyorlar. Parayı ya babalarının cebinden aşırıyorlar ya da evlerindeki eşyaları satıp bu zehire para sağlıyorlar. Komşu çocuklarını da gasp etmek de cabası” dedi içinden. Üzülmüştü kız hatta kızmıştı. Saklandığı yerden kalkıp kendini Avcı Kartal’a göstermek, boğazına sarılıp hesap sormak istedi. Bir adım atmıştı ki aklına video kaydı geldi. Telefonun modunu ayarladı. İyi görüntü için parkın ağaçlarını kendine siper ederek usulca yaklaştı. Çekim tuşuna basarak görüntüyü kayda aldı. Biraz uzaklaştıktan sonra da saklandığı yerden açığa çıktı. Gizlemiyordu artık kendini, cephesi Avcı Kız’a dönüktü ve görmesini istiyordu. Sardıkları sigarayı yarılamışlardı ki Avcı Kartal Tomris’i fark etti. Göz göze geldiklerinde çok dik ve sert bakıyordu Tomris. Paniklemişti Avcı Kartal birden Engin’in kucağından kalktı. Engin hiçbir şeyin farkında değildi, kendinden geçmişti. Kız da yoluna devam edip eve doğru yürüdü.

Eve geldiğinde annesini ağlıyor buldu. Koşup yanına gitti.

“Anneciğim iyi misin? Ne oldu? Hastaneye götüreyim mi seni?”

Kadın kızını duymamıştı. Onu, tek varlığı kızını kaybetme düşüncesi yaşı kadına çok ağır geldiğinden dövünerek ağlaması devam ediyordu. Kocasının onurlu dik duruşunu kızında da gördüğünden bedenini korkular sarmıştı. Tomris annesinin bu haline çok üzüldü. Yanına oturup başını sinesine aldı. Annesini sevip teselli etmeye çalıştı.

“Seni kaybedemem, babandan tek yadigârsın. Sülalemde de senden başka kimsem yok. Ne olur kızım bırak şu serserilerle dalaşmayı.”

Tomris iç çekip yüzüne de acı bir gülümse oturdu. Besbelli ki dünkü dalaşmayı annesine birileri söylemişti. Tomris de olanları başından itibaren anlattı.

“Şimdi beni iyi dinle anne! Bu işin sorumlusu muhtar, bu şerefsiz yaptıklarından artık hesap verecek. Dedeme, ananeme, sana, babama ve bütün mahalleye hesap verecek.”

Kadın bir şey diyemiyordu. O da muhtara, muhtarın babası ve dedesine hesap sormalıydı ama soramamıştı. Kızı daha cesurdu. Lakin çocuğunu kaybetmektense lanet ediyordu içinden muhtara.

“Ama kızım…” diyebildi, ancak.

Annesinin sözünü keserek konuşmaya başladı. Tomris’in yüzü gerilmiş çelik gibiydi. Gözleri şimşekler çakma arifesindeydi. Kızının bu halini görmüştü kadın ürküp, sustu.

“Eğer bana sütünü emzirdiysen, hastalandığımda uyku akan gözlerinle başımda beklediysen, yemeden bana yedirdiyseniz; annenin, babanın, kocanın ki doyamadığım babamın öcünü almazsam işte o içirdiğin süt bana haramdır. O mezardakilerin ruhları hep acı çekecektir. Adalet ise hiçbir zaman yerini bulmamış olacak anne.”

Kadın söyleyecek cümle bulamıyordu. Haklıydı Tomris. Kadın boş gözlerle bakıyordu kızına. Kız ise kendinden emin, vakur, hedefine kilitlenmiş bir namlunun ağzındaki mermi gibiydi. Gözleri uzaklarda belki de babasıyla bakışıyordu. Kadın anlamış olmalı ki kızına sarıldı.

“Sen doğruyu yapıyorsun kızım. Annemin de babalarımızın da yetim Kemallerin de ve tüm masum insanlarımızın da hesabı sorulmalı. Sonunda ölüm varsa da seninleyim” dedi kadın, ağlamıyordu artık.

Bir müddet sonra Tomris kalkıp mutfağa geçti. Yemekleri hazırlayıp annesiyle beraberce yediler.

Bu akşam da ders çalışmak istemiyordu Tomris. Kahveleri yapıp annesinin yanına gitti. Geç saatlere kadar sohbet ettiler. Uykusu geldiğinde de annesinin koynunda yattı.

Sabah evden çıkarken gözleri yine harabe eve takıldı, içerisi kalabalıktı. Hepsi telaş içinde bir şeylerle uğraşıyordu, kızı fark etmediler. Akşam dönüşünde sokağın başına geldiğinde telefonunu çıkarıp birkaç tuşa basarak kulağına getirdi, konuşuyor görüntüsü verdi. Bahçedekiler el kol hareketi yaparak küfürler ettiler. Takip eden birkaç akşamda da harabe evdekilerin çekimlerine devam etti. Sataşmalar çirkin ötesi sözler içeriyordu ama kız her seferinde telefonuyla görüntü alıyordu. Neredeyse hepsini kayda almıştı.

Perşembe günü iş çıkışında ilçe emniyet müdürlüğüne gitti. Danışmadaki polise emniyet müdürünün odasını sordu. Bir üst kata çıktı. Odanın önündeki görevli polise müdürle görüşeceğini söyledi. Polis de “Neden?” diye sorunca, Tomris:

“İhbarda bulunacağım.”

“Şikâyet dilekçeni yazıp, bırakabilirsin” dedi, polis.

“Hayır! Ben emniyet müdürünün kendisiyle görüşmek istiyorum” diyerek, isteğini diretti.

Polis memuru işlemin nasıl olduğunu izah ederken Tomris inatla görüşmek istediğini yineledi. Sesinin yükseldiğinin farkında değildi. Ses içeriden duyulmuştu. Emniyet müdürü odasından çıktı.

“Ne oluyor burada?” diye, polise çıkıştı. Polis memuru cevap vermeye yeltenirken Tomris:

“Çok önemli bir konuda ihbarda bulunmak istiyorum” dedi.

“Memur arkadaşın dediği gibi şikâyet dilekçesini yazıp bırakın.”  

Emniyet müdürü arkasını dönüp odasına girerken Tomris fırlayıp ofis kapısında emniyet müdürünün önünde durdu, gözlerinin içine baktı.

“Kimseye güvenmiyorum. Bu ihbarı sadece size yapabilirim” dedi. Müdürün hoşuna gitmişti kızın bu cesur tavrı.

“Burası Türkiye Cumhuriyetinin Emniyet Teşkilatı olduğunu biliyorsunuz değil mi?”

“Evet, devletimizin en küçük mahal başkanı da muhtar ama ben ona hiç mi hiç güvenmiyorum” dedi.

Tomris’in özgüveni ve muhtar için söyledikleri müdürün ilgisini çekti. Kızı odaya buyur etti.

Kız hilkatlerin mahalleye gelmesiyle bozulan yaşamı anlattı. Gençlerin,  Avcı Kartal kız gruplarıyla kandırılıp uyuşturucuya müptela edildiğini, bu gençler malı temin edebilmeleri için torbacılık, kuryecilik hatta çocukların harçlıklarını zorbalıkla alıp dövdüklerini, anne babalarından zorla para aldıklarını, yetmediği zaman kendi evlerindeki eşyaları da sattıklarını isimler vererek anlattı. Muhtarında işin içinde olup hilkatlerle ilgili çektiği video ve resimleri de emniyet müdürüne verdi. Anlattıkları müdürü hayli meraklandırdı. Emniyet müdürü korumasını çağırdı.

“Şu videoyu kaydedin, görüntüdekileri de araştırın. Ha, bir de kayıp ilanlarıyla da karşılaştırın” dedi.

Tomris’e döndü.

“Bu iş senin ilgini neden bu kadar çekti ki?”

“Halk ve millet olarak öncelikle bizim duyarlı olmamız gerekiyor. Sizlere yardımcı olmamız lazım. Kalanı da sizin işiniz.”

“Teşekkür ederim duyarlılığınıza, çay içer misin?”

“Teşekkür ederim, benim gitmem gerekiyor. Mesaiden çıkış saatim belli. Zaten geç kaldım, annem merak eder.”

Bir yetişkinin annesine duyduğu saygı ve sorumluluğa hayran oldu müdür. Biraz da tuhaf buldu.

“Sorumluluk hissetmen, ailene saygı duyman çok güzel de sen çocuk değilsin ki?”

Tomris başı ile onaydı.

“Annemle yalnız yaşıyoruz. Kendisi yatalak hasta, üstelikte yemeğini yedirip ilaçlarını da vermem gerekiyor.”

“Yalnız yaşıyorsunuz yani.”

“Evet, babam öldürü… Öldü.”

“Nasıl yani, öldürüldü mü?”

“Annem öyle düşünüyor.”

Kız babasının nasıl bir kazada öldüğünü, annesinin de neden böyle düşündüğünü anlattı.

“Babam öldüğünde ben de okuldan ayrıldım. O günden beri de tekstil atölyesinde çalışıyorum.”

“Neden okulu bıraktın ki?”

“Anneme bakmam ve evin ihtiyaçlarını karşılamam gerekiyordu.”

Tomris’i hayranlıkla dinliyordu müdür.

“Peki, sen geç kaldın. Ekip otosuyla göndereyim seni.”

“Teşekkür ederim ama bu hiç iyi olmaz, çok dikkat çeker.”

Anladım dedi müdür. Tokalaşıp ayrıldılar. Müdür ardından gıpta ile bakıyordu Tomris’e.

Yemeklerini yerken annesi geç kaldığını sorduğunda o da bir yere uğradığını söyledi ama ne annesi ayrıntı istedi ne de kendi nereye gittiğini söyledi. Annesiyle sohbet edip bitirmişlerdi akşamı.

Aradan birkaç gün geçti. O akşam odasına çekildiğinde kitaplarını gözden geçirirken bahçeden ses duydu. Perdeyi açıp baktığında var olan karartılar da evin arka bahçesinde ki ağaçların yansıması olduğunu gördü. Yine de tedirgin yattı.

Haftanın son çalışma gününün sabahı işe gitmek için evinden çıktı. Harabe evin önünden geçerken bahçe kalabalıktı. Hilkatler yine sözlü tacizde bulundular. Kirli saçlı sarışın hilkat yarı aralayabildiği baygın gözleriyle Tomris’e baktı.

“Güzelim! Gel beraber yatalım” dediğinde, hiddetle döndü.

“Sen git o dibine işediğin ağaçla yat” diye çıkıştı.

Henüz ayılmaya çalışan grubun diğer elemanları gülmeye başladı. Alay konusu olan hilkat küfürler ederek çite hamle yaptığında arkadaşları engelledi. 

“Sabırlı ol, akşamı bekle” dediklerinde, duymuştu Tomris.

O hırsla ve söylenerek caddeye indiğini anladığında dolmuş son anda durabilmişti ayağının dibinde. Özür dileyerek yoluna devam etti. Kendinle konuştuğunun farkında bile değildi. Polisten de henüz bir hareket olmamıştı ama bu akşam ne olacaksa bunu müdüre bildirmem gerekir dedi ve telefonunu çıkarıp aradı. Olanları anlattı. Müdürde sakin olup merak etmemesini söyledi.

Akşam eve geldiğinde tedirgindi Tomris. Evin kapısını kilitleyip arkasına da payanda koydu. Tüm pencereleri kontrol etti. Annesinin dikkatinden kaçmamıştı yaptıkları.

“Ne oluyor kızım” diye, sordu.

“Senden saklamayacağım anne. Sabah benimle yine dalaştılar. Diğeri de arkadaşına ‘sabırlı ol, akşamı bekle’ dedi. Muhtemelen bu akşam bir şeyler olacak. Olanları ben de emniyet müdürüne anlattım, haberleri var anne.”

“Sana yardım edemiyorum. Korkmuyorum kızım. Seninle beraberim.”

Annesinin bu kararlılığı mutlu etmişti Tomris’i. Şimdi kendini daha güçlü hissetmeye başladı.

“Koluna gireyim anne! Kullanmadığımız odaya geçelim.”

Tomris salonun ve kendi odasının ışığını açık bırakıp annesiyle oda da beklemeye başladılar. Karanlık iyice çöktüğünde arka bahçeden ayak sesi duyar gibi oldu. Yine perdeyi aralayıp baktığında bir şey göremedi. Yarım saat geçmişti ki sokak tarafından kalabalık ayak seslerini duydular. Hilkatler evin bahçesine kadar girmişlerdi. Aralarında muhtar yoktu. Kız telefonla birkaç kez emniyet müdürünü aradı ama telefon çevrim dışıydı. Bunun üzerine mesajla hilkatlerin eve girmeye çalıştığını yazdı. Yine karşı mesaj gelmedi. Yapacak bir şey yoktu beklemekten başka. Birazda tedirgindi Tomris. Öncü Kartal ekibin bir kısmını gözetlemeye, Tim’i de sokak ve köşe başlarını ablukaya almalarını, Kedi Kartala da maymuncukla kapıyı açmasını söyledi. Kilidi açtılar. Tokmak sesini içeriden duyabiliyorlardı. Ancak destekten dolayı kapı açılmadı. Kapıya yüklendiler, kapı aralanmıştı fakat arkasındaki destek önlüyordu. Tomris ise annesine eliyle ses çıkartmamasını işaret etti. Bir yandan da müdürü tekrar aradı ama yine cevap yoktu. Kapı zorlandıkça zorlanıyordu. Aralanan kapıdan zayıfça olan hilkatlerden biri girdi. Destekleri çekip kapıyı ardına kadar açtı. Salona girdiklerinde kimse yoktu. Işık yanan odaya baktıklarında orası da boştu. Hilkatler diğer odanın kapısının önüne yığıldılar.

“Elimizden kaçacağını mı zannediyorsun sürtük” diye bağırdı, Öncü Kartal.

İçeriden ses gelmiyordu ama bir omuz darbesiyle kapıyı kırdılar. Işığı yaktığı an kafasına inen sopayla kanlar içinde yere düştü Öncü Kartal. Tomris diğerlerine de sopayı salladı. Fakat kalabalık yüklenince elindeki sopayı aldılar. Bulanık sarı saçlı hilkatin savurduğu tokatla yatağın üzerine kapaklandı.  

“Yardım edin, imdat yardım edin” diye, bağırdı annesi.

Avcı Kartallardan biri annesinin ağzını tülbentle bağladı. Bulanık saçlı hilkat kızın üzerine çıktığı anda ensesinden bir el onu geri çekti, Öncü Kartal’dı bu. Avcı Kartallara döndü.

“Şu sürtüğü salona getirin” dedi.

Salona geldiklerinde Öncü Kartalın tokadıyla kanepeye serildi kız. Üstüne çıkıp elbisesini yırtmaya başladı. Tomris yüzüne tükürdü.

“Bu yaptığın adamlık değil. Yüreğin varsa çekip vur beni.”

“O kolay bir ölüm olur güzelim. Önce kirleneceksin, acı çekeceksin. Buradaki herkes üzerinden geçerken parça parça öleceksin. İlk sıra benim” dedi.

Kemerini çözmüş pantolonunu indirirken dışarıda silah sesleri duyuldu. Şaşırdı Öncü Kartal. Hemen   toparlandı, silahının mekanizmasını çekerken yanındakilere de yardıma gitmelerini söyledi. Dışarıdaki çatışma sokak ve yol ayrımlarında şiddetlendi. Polis sirenleri yoktu ama mermiler karşılıklı gidip geliyordu. Kimdi acaba karşı grup? Mahalleli olamazdı. Fazla uzun sürmeden de silah sesleri sustu. Paniklemişti Öncü Kartal. Bir elini Tomris’in boğazına doladı diğer eliyle de tabancayı başına dayayıp pencereden dışarı baktı. Bahçede, sokak ve başlarında kanlar içinde yatan adamlarını gördüğünde bağırmaya başladı.

“Yaklaşırsanız kızı öldürürüm.”

Megafondaki ses:

“Kızı bırak ve teslim ol.”

Bunlar polislerdi. Öncü Kartal panikledi.

“Bırakayım da beni de öldürün ha!”

Karşıdaki ses kendinden emin ve kararlı uyarılarına devam ediyordu.

“Sen bilirsin, böyle de ölü sayılırsın.”

“Dediğin gibi nasılsa ölüyüm. Kız da benimle beraber ölür.”

“Biz uyarımızı yaptık. Karar vermen için iki dakikan var.”

Öncü Kartal ne yapacağını bilemiyordu.

“Buraya kadarmış güzelim, beraber öleceğiz” dedi.

“Sana söylemiştim, kötü karşılıksız kalmaz. En sonunda da kendini imha eder” dedi, keskin bakışlarıyla Tomris.

“Korkmuyor musun?” diye sorduğunda, aslında kendi korkuyordu Öncü Kartal.

“Neden korkayım ki? O gencecik çocuklar kurtulacaksa, o yetim Kemaller ağlamayacaksa ölmek şereftir.”

“Bırak bu martavalları!”

“Ama sen korkuyorsun. Adamların yok ve şu an bir hiçsin.”

Bu söz üzerine Öncü Kartal tabancanın horozunu kaldırdı.

“Sen çok fazla konuştun, ölme sırası sende” dediği anda arkadan “Şıştt” sesini duydu ve döndüğünde patlayan silahtan çıkan tek mermiyle başından vurularak yere düştü. Tomris de arkasına döndüğünde Emniyet Müdürüyle göz göze geldi.

“Ama siz…”

Emniyet müdürü tebessüm etmekle yetindi. Koruması da annesini yanına getirdi. Sarıldılar. Şimdi mutluluktan beraberce ağlıyorlardı.

Olay yeri kontrol altına alınırken ambulanslar yaralıları hastaneye diğer araçlar da tutukluları merkeze götürüyorlardı. Aralarında amazon saçlı Avcı Kartal yoktu.

Emniyet Müdürü sabah hastaneye ziyarete geldi. Yüzler gülüyordu. Esenlemeden sonra geçmiş olsun dedi.

 “Mahallenin çocukları tedavileri bittikten sonra okullarına dönebilecekler. Muhtar da gözaltına alındı. Pazartesi mahkemeye çıkacak. Biliyorsun ki orada olmalısın, seni de cesaretinden dolayı tebrik ederim” dedi, Emniyet Müdürü.

 “Kızım babasına çekmiş. Ama o doğru bildiğini yaparken öldürüldü” dedi, Tomris’in annesi.

O konuyu da araştırdıklarını söyledi müdür.

“Ha, unutmadan Bedirhan’ın kızı Alaz’ı da bulup ailesine teslim ettik.”

Anne kız bu habere çok sevindiler.

“Nasıl buldunuz?” diye, sordu Tomris.

“Sen beni ilk aradığında çok yönlü ve geniş çaplı arama yapıyorduk, onun içinde sana cevap veremiyordum. Senin çektiğin resimler çok işe yaradı. İlçe emniyet müdürleriyle de temas halindeydik. Kartalların ya da senin deyiminle hilkatlerin birlikte çalıştıkları bir grup daha vardı. Kızı buradan kaçırıp onlara vermişler. Bu Avcı kızların hikâyeleri de neredeyse hep aynı. Ama senin dediğin şu amazon saçlıyı bulamadık. Kaçtı sanırım.”

“Müdürüm biliyor musunuz? Aslında o kız kötü biri değil.”

“Nasıl böyle bir kanıya vardın ki?”

“İspatım yok ama gözleri bana öyle söylüyordu.”

“İlginç! Bu öngörüye sahip olmak çok güzel, bu arada derslerine iyi çalıştın mı? Birkaç gündür testlerden uzaksın da.”

“Ne dersi, ne test’i?” diye, sordu annesi.

“Annen bilmiyor mu?”

Tomris mahcup başını salladı.

“Kızın her akşam üniversite sınavı için ders çalışıyordu.”

“O liseyi bitirmedi ki.”

“Senden habersiz geçen yıl bitirdim, anne.”

Kadın duyduğuna çok sevinmişti.

“Teşekkür ederim kızım. Baban öldüğünde benim için okulu bırakman bana her gün en büyük acıyı yaşatıyordu.”

Sevinçten kızına sarıldı kadın, ağlıyordu.

“Siz nereden biliyorsunuz ki?” diye, sordu Tomris.

“Önemli değil” dedi, müdür.

Odadan çıkarken,

“Telefonum var sende, istediğin zaman arayabilirsin” dedi ve çıktı.

Tomris’in sorusunu Müdürün koruması cevapladı.

 “Biliyor musun Tomris? Arada ses duyup da perdeyi açıp bahçeye baktığında biz hep oradaydık. Müdürümle beraber. Bize geldiğin günden beri her akşam sabaha kadar bahçede nöbet bekleyen bizdik” dedi.

Tomris hem şaşırdı hem de çok mutlu oldu.

“Çok ama çok teşekkür ederim.”

“Asıl bizler sana teşekkür ederiz. Halk, yani sizler duyarlı olduktan sonra bizim işlerimiz çok kolaylaşıyor.”

Akşamüstüne doğru yemek servisleri yapılmış ana kız yemek yerken hastane odasının kapısı usulca açıldı. Ürkek adımlarla yaklaşıyordu, perişan halde gelen kız. Amazon saçlı avcı kızdı bu. Aç ve mahcup bir görüntüsü vardı. Tomris, şefkat yüklü gözleriyle baktı.

 “Hoş geldin! Gel, yemek yiyelim” dedi.

Annesi kızına baktı.

“Kim bu kız, arkadaşın mı?” diye sordu.

“Evet” dedi, Tomris.

Kız çok açtı. İkisinin de tabağında kalan yemekleri yedi. Sonrada beraberce koridora çıktılar. Amazon saçlı kızın başı yerde hiç konuşmadan koridoru yürüdüler. Amazon saçlı kız Tomris’in elini tuttu.

“Affet beni! Bana ‘kendini bul!’ dediğin günden beri duygularım karma karışıktı. Sen haklıydın. O günden beri bulmaya çalışıyorum kendimi. Bunun için de teşekkür ederim. Evinize baskın yapıldığında sana haber vermek istedim ama olmadı. O baskında ve onlarla olmak istemiyordum. Kargaşa başladığı anda da aralarından kaçtım. Şimdi neden buradasın diye soracaksın. Anlatayım; elebaşı muhtar” dediğinde, sözünü kesti Tomris.

“Biliyorum.”

“Tahmin ettiğinin farkındayım, akıllı kızsın.”

Amazon saçlı avcı kız olanları ve başından geçenleri uzun uzadıya anlattı. Tomris de samimiyetine inandığından muhtar ve ailesinin annesine ve özellikle de babasına yaptıklarını anlattı. Üzülmüştü kız ve yardım etmek istediğini söyledi. O da nasıl olacağını sordu. Kız da muhtarın kendisinde gözü olduğunu ve bu zaafını kullanabileceğini beyan etti. Beraberce koğuşa döndüler. Tomris gidecek yeri olmayan avcı kızı bırakmadı. O gece hastane de sabahladılar. Sabaha kadar bir koridorda bir oda da planlar yaptılar. Kendilerince iyi bir çözüm bulamamışlardı.

“Öğlene doğru taburcu olacağız, sen de bizimle gel. Bir de Emniyet Müdürüne haber veririz. Sanırım o daha iyi bir plan bulacaktır.”

“Ama… Ben kaçağım.”

“Üzülme, sorun olmaz. Ben her şeyi anlatacağım, tabii bana güveniyorsan.”

“Sana güvendiğim için buradayım. Sen öyle diyorsan doğrusunun bu olduğuna inanıyorum.”

Öğlen olmadan Emniyet Müdürü geldi. Avcı kızı görünce şaşırdı. Tomris de her şeyi anlattı. Kızın kendi geldiğini ve yardım için ne gerekirse yapacağını söyledi. Müdür de yarın saat 10.30 da duruşmanın olacağını gerekirse şahit olarak dinletilebileceğini söyledi. Durumun seyrine göre de ne yapılacaksa o yönde yeni planlar yaparız, dedi ve korumasını orada bırakarak hastaneden ayrıldı.

Doktor vizitesini bitirip son kontrolleri yaptıktan sonra anne kızı taburcu etti. Müdürün tahsis ettiği arabayla da eve koruması götürdü. Bahçe girişinde de bir ekip otosu güvenlik için bekliyordu.

Tomris boş olan odaya da avcı kızı yerleştirdi. Birkaç parça kendi kıyafetlerinden vererek avcı kız yeni hayatına ilk adımını attı.

Nöbette ki ekip otosu saat 10.00 gibi anne kızı alarak adliyeye götürdü. Saat 10.30 da mahkeme başladı. Savcılık iddianameyi okudu. Gerekli dokümanları sundu. Muhtarın avukatı da itiraz etti.

“Efendim! İddia makamının söylediklerini kabul etmeyip işin gerçek yüzü ise şöyledir:

Kendilerine Kartallar adını verdikleri bu grup; gasp, hırsızlık, torbacılık, adam kaçırma, darp ve yaralamalar yapan yasa dışı bir çetedir. Müvekkilimin mahallesine konuşlandıklarından ve devletimizin en küçük yerel yönetim amiri olan muhtarımız, adı geçen mıntıkanın son günlerde huzuru bozulduğundan kanun adamı sorumluluğunda olayları yakinen takibe almak için aralarına sızmıştır. Birlikte görülmeleri bundan dolayıdır. Gerekli bilgileri topladığı anda da emniyetle paylaşacaktı. Avukatın bu savunması salondakileri şaşırttı. Hâkim muhtara baktı.

“Ne diyorsun muhtar?”

“Ben mahallemizin huzuru için canımı hiçe sayarak eli silahlı bu çetenin arasına sızmış bir kanun adamıyım. Avukatımın söyledikleri de doğrudur hâkim bey.” dedi.

Hâkim yanındakilere dönerek durumu değerlendirdi. Sonra da salondakilere döndü.

“Gözüm üzerinde olacak muhtar.”

Bir süre sonra da delil yetersizliğiyle serbest bıraktı. Avcı kızın tanıklığına da gerek kalmamıştı. Salonda sessizlik oldu. Hiç iyi olmamıştı muhtarın adalet önünde cezasız kalması.

Muhtar, koridorda karşılaştığı Tomris’in önünden sırıtarak geçti. Eve geldiklerinde moraller bozuktu.

“Dövünmenin sırası değil” dedi, avcı kız.

Her durumda yardıma hazır olduğunu, muhtarın ona karşı olan zafiyeti üzerine emniyet müdürüyle yeni planlar yapılması gerektiğini söyledi. Ertesi günde beraberce emniyet müdürünün ofisine gittiler. Muhtarın zaafını kullanmaya karar verdiler.

Bir akşamüstü muhtar evine giderken avcı kız arabasının önüne atladı. Son anda durabilen muhtar dikkatli bakmasına rağmen kızı karanlıkta seçemedi. Avcı kız arabanın yanına geldiğinde tanıyabildi.

“Senin ne işin var burada, sen yakalanmadın mı?”

“O akşam silah seslerini duyunca kaçtım.”

“İyi de yapmışsın.”

“Kimse görmeden ben gideyim.”

“Dur!”

“Ben seni bulurum. Görüşmek üzere.”

Mutlu olmuştu muhtar. Avcı kız hem yakalanmamış hem de tekrar görüşmek istediğini söylemesi hoşuna gitmişti.

Birkaç kez daha görüştüler. Son görüştüklerinde ise o haftasonu’nu geçirmek için orman arazisinde kendisine açtığı arazideki kulübede buluşmak için sözleştiler. Müdür, bilgileri kendisiyle paylaşan avcı kıza işin riskini anlatırken bayan memurlarda üzerine dinleme cihazı taktılar.

“Bu benim insanlığa borcum” diyordu, kız. Adaleti yanılttılar, geçte olsa yerine gelecek, gelmeli dedi, inançla.

Gün ve saat geldiğinde Amazon saçlı kız Tomris’in evinden ayrılıp dağ yoluna saptı. Yarım saat sonra da kulübeye vardığında civarda kimseler görünmüyordu. Kapıyı tıkladığında da içeriden karşı ses gelmedi. Evin arka kısmına dolandı bir set üstüne oturup beklemeye başladı. On dakika henüz geçmişti ki araba sesi duydu. Kulübenin duvarına pusarak baktığında gelen araç muhtarın arabasıydı. Biraz bekledi. Muhtar arabadan inince kendi de bulunduğu yerden açığa çıktı. Sarıldılar. El ele tutuşarak kulübeye girdiler.

Muhtar temkinliydi. Sinsice sorularına devam ederek kıza nasıl kurtulduğunu sordu. O da üç avcı kızla arka bahçeden eve sızmaya çalıştıklarını ama silahlar patlamaya başladığı anda da oradan uzaklaştıklarını anlattı. Yalan söylüyordu ama muhtar inanıştı. Avcı Kartal’ın oradan kaçmakla doğru yaptıklarını söyledi. Hayatta olması işine geliyordu. Çünkü zaafını kontrol edemiyordu muhtar.

Kulübedeki hava daha da samimi bir hal aldığında Avcı kız:

“Seni beğeniyorum ama korkuyorum” dedi.

Muhtar neden korktuğunu sorduğunda ise, Öncü Kartal’a bile çıkış yaptığını söylediğinde muhtar daha bir gevşemişti. Hatta engelleri aşmakta akıllı, cesur ve gerektiğinde gözünü kırpmadan adam öldürebilecek yürekte olduğunu ballandırdığında muhtarın kendini beğenmişliği tavan yapmış, oturduğu yerde yayıldıkça yayılıyordu. Kibir benliğini sararken düşünme yetisini hapis ettiğinin farkında bile değildi. Kız olanları gördükçe de yüklenmeye devam etti.

“O geceki toplantıda Tomris’in babasını nasıl ortadan kaldırdığını anlattığında sana gıpta ile bakıyordum. İşte benim erkeğim böyle olmalı demiştim içimden. Sen Öncü Kartal ile konuştuğundan benim seni süzdüğümün farkında değildin. Vurulmuştum sana sonra düşündüm; bu adamı nasıl sessizce ortadan kaldırdı diye. Çok zekice plan olmalı ki bulamadım.”

Muhtar bu beğeni sözleri duydukça kendinden geçmişti.

“Çokta zeki sayılmaz canım. İş akışına bir iki ufak değişiklik yaptırdım, o kadar.”

“Nasıl yani, anlayamadım.”

“İnşaatın o an planda olmayan bir bölümüne acil duvar ördürüp tavanına da betonunu attırdım. Öğleden sonra da sıvasının hemen yapılması talimatını verdirdim. Bunu da en iyi Tomris’in babası yapar dedirttim. O, öğlen paydosundayken kalıp direklerinin bir kısmını söktüm. Sıva yapmaya başlayalı bir saat olmuştu ki yaş olan beton ağarlaştıkça ve kalıbı tutacak direklerde olmayınca tavan çöktü. Tomris’in babası da betonun altında kalarak öldü.”

“Çok zekice. Kimsenin aklına gelmez sanırım. Neden böyle bir şey yapmaya gerek duydun ki?”

“Oradaki kirli işleri öğrendi. Susması içinde para ve dükkân teklif ettim. Ama kabul etmeyince bana da başka çözüm yolu bırakmadı, öldürdüm yani” dedi.

Çevrede gizlenmiş olan dinleme aracında söylenenler net duyuluyordu, kayda aldılar. Müdür ekiplere baskın için hazır olmalarını söyledi. Kulübe ablukaya alındı. Çemberi hayli daralttıklarında müdür içerdekilere seslendi.

“Etrafınız sarıldı. Sakince dışarı çıkın” dediğinde, ikisi de şaşırmış birbirlerine bakıyordu. Amazon saçlı kız:

“Bana tuzak mı kurdun? Beni arıyorlardı” çıkışını yaparak akıllı davranmıştı.

Muhtar kızın söylediklerine ve polis baskınına anlam veremeden kapı kırıldı. Polisler içeriye girdiler. Sinsi muhtar pişkin bir eda ile polis müdürüne dönerek,

 “Size kaçağı yakalattım” dedi.

Müdür de gülerek, kelepçeleyip götürün şu pisliği derken iğrenerek bakıyordu muhtarın yüzüne.

Muhtar nöbetçi mahkemeye çıkarılıp tutuklandı. Planlı adam öldürmek, yasa dışı işler yapmak, hırsızlık ve çete kurmaktan çok uzun bir ceza alıp hapse atıldı.

Tomris üniversiteyi kazandı, adı Gülnihal olan Avcı Kartal da aynı çatıda Tomris ve annesiyle yeni bir hayata başladı. 

 

1812041645s

cemalnalcı